SAMSUN

Şehit astsubaya son görev! BİZİ YAKANI DA ALLAH YAKSIN!



Diyarbakır'da uğradığı silahlı saldırıda şehit olan Astsubay Üstçavuş Nejdet Aydoğdu'nun cenazesi, Ordu'nun Ünye ilçesinde toprağa verildi.

Pelitliyatak Mahallesi'ndeki babaevinin önünden alınan şehit Aydoğdu'nun cenazesi, Çalca Camisi'ne getirildi. Cuma namazı sonrası şehidin özgeçmişinin okunmasının ardından cenaze namazı kılındı. Sandalyede oturtulan ve sağlık görevlilerinin kontrolü altında tutulan şehidin annesi Ayşegül ve eşi Esra Aydoğdu'yu, yakınları yalnız bırakmadı.

Cenazeye, şehidin yakınları ile Gümrük ve Ticaret Bakanı Nurettin Canikli, Muharip Hava Kuvveti ve Hava Füze Savunma Komutanı Orgeneral Abidin Ünal, Ordu Valisi İrfan Balkanlıoğlu, Giresun Valisi Hasan Karahan, AK Parti Ordu Milletvekili Mustafa Hamarat, Giresun Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Mustafa Doğru, Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz ile çok sayıda vatandaş katıldı.



Cenaze namazının ardından naaşı askerlerin omuzlarında taşınan şehit Astsubay Üstçavuş Nejdet Aydoğdu'nun cenazesi, caminin yanındaki aile kabristanında toprağa verildi. Bakan Canikli, Orgeneral Ünal ile cenazeye katılanlar, şehidin annesi Ayşegül ve eşi Esra Aydoğdu'ya başsağlığı diledi. HURRİYET

» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

Asker kışladan çıkamazken pkk, özerklik ilan ettiği Cizre’de hendekler kazdı!

Cizre’de özerklik ilan eden PKK’nın şehir yapılanması YDG-H, KCK’lı Murat Karayılan’dan gelen ‘Mahalleleri ele geçirin’ talimatının ardından ilçedeki iki noktaya hendek kazdı. Sur ve Nur mahallelerinin girişine hendek kazan militanların silahlı olması polisin müdahalesini güçleştirdi.
 
Cizre’de özerklik ilan eden PKK’nın polis ve askere karşı suikast hazırlığında olduğu ortaya çıktı. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Murat Karayılan’ın ‘mahalleleri ele geçirin’ talimatının ardından, ‘olaylara misilleme ile karşılık verin’ yönünde emir verdiği de belirlendi. Karayılan’ın talimatı üzerine güvenlik güçleri teyakkuza geçti. 20 bin kişinin yaşadığı Sur ve Nur mahallelerinin giriş ve çıkışına hendek kazan YDG-H militanlarının silahlı kontrol yaptığı öğrenildi. Kazılan hendeklerle böl-geye polisin girişini engellemek isteyen PKK’nın gençlik yapılanması ve asayiş birimi YDG-H’nin söz konusu mahallelerde silahla dolaştığı tespit edildi.
 
SUİKAST ENDİŞESİ
 
Şırnak Cizre’de askerî düzende yürüyüş yapan silahlı ve yüzü maskeli terör örgütü PKK sempatizanları iki mahalleye güvenlik güçlerinin sokmayacaklarını ilan etti. Şırnak Valiliği PKK’nın özerklik ilanının ardından asker ve polise karşı muhtemel suikast girişimlerini önlemek için tedbir aldı. Asker ve polisten acil durum olmadığı müddetçe dışarıya çıkmamaları istendi.
 
POLİSLERE ATEŞ AÇILIYOR
 
Asayiş olaylarına dahi zırhlı araçlarla giden emniyet birimleri taciz ateşine maruz kalıyor. Silopi’de asayiş olayına giden zırhlı polis aracına 9 merminin isabet ettiği öğrenildi. Mermilerden 5 tanesinin uzun namlulu silah mermisi olduğu tespit edildi. Kobani olaylarından sonra bölgedeki vatandaşların devlete karşı güveninin bittiğini belirten bir emniyet müdürü, “Önceden toplumsal olaylarda bazı isimler sadece ön planda yer alırlardı. Onları engellemek isteyen insanlar da olurdu. Son süreçte bu denge tamamen örgüt lehine geçti. Örgüt kurduğu asayiş birimleri ile insanları rahatlıkla yönlendiriyor. Örgüt bölge halkına güvenlik güçlerini aciz göstererek tüm halkı etkiliyor” dedi.
 
Diyarbakır ve Şırnak’ta eylem bekleniyor
 
Diyarbakır ve Şırnak’ta PKK’nın asker ve polise yönelik silahlı girişimi artarak devam ediyor. Son olarak Diyarbakır Melik Ahmet Caddesi’nde devriye gezen zırhlı araç uzun namlulu silahlarla tarandı. Araçların zırhlı olması muhtemel can kayıplarını önledi. Şırnak merkezde asker ve polislerin kaldığı lojmana da her akşam taşlı molotflu saldırıların gerçekleştirildiği öğrenildi. Lojmanda yaşayan eşler dışarı çıkamıyor. Zaruri ihtiyaçlar zırhlı araçlarla gideriliyor.
 
CİZRE'YE ASKERİ SEVKİYAT  
 
ŞIRNAK'ın Cizre İlçesi'ndeki Tank Tabur Komutanlığı'na bugün 'Kirpi' olarak bilinen zırhlı araçlar ile minibüs ve otobüslerle asker sevkiyatı yapıldı.
 
Şanlıurfa yönünden bugün İpekyolu üzerinden Şırnak'ın Cizre İlçesi'ndeki Tank Tabur Komutanlığı'na askeri sevkiyat yapıldı. Mardin'in Kızıltepe, Nusaybin ilçeleri üzerinden geçen ve yaklaşık 30 araçtan oluşan konvoyda mayına dayanıklı Kirpi adı verilen araçlar ile sivil minibüs ve otobüslerle asker sevk gerçekleştirildi. Konvoya frekans karıştırıcı Jammer'li araçlar ile zırhlı araçların eşlik ederek güvenlik önlemleri aldığı görüldü.
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

DENİZLİ'DE KAMU SEN TÜRK BAYRAKLARIYLA YÜRÜDÜ!

Türk Kamu-Sen Denizli İl Temsilciliği’nin düzenlediği yürüyüşe katılanlar Türk bayraklarıyla yürüyerek son zamanlarda yaşanan terör eylemlerini protesto etti.
Türk Kamu-Sen Denizli İl Temsilciliği Delikliçınar meydanında eylem yaptı. Memura zam isteyen Kamu Sen’lilerin eylemi saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başladı. İstiklal Marşı’nın ardından slogan atan grubun elinde bulunan pankartlarda "Ne mutlu Türküm diyene", "Bayrağımıza, bayramımıza ve alın terimize saygı istiyoruz" yazıları dikkat çekti.
Türk Kamu Sen Denizli Temsilcisi Turgay Demirtaş, terör eylemlerini kınayarak "Tavizlerle iyiden iyiye azan terör örgütü hain pusularına sokak ortası infazlarıyla devam ediyor. Nitekim geçen gün Yüksekova’da 3 yiğit evladımızı daha teröre kurban verdik. Üç askerimiz başta olmak üzere bu topraklar için toprağa düşen tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz" dedi. Grup yapılan basın açıklamasının ardından sessizce dağıldı.
İHA

» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

Genelkurmay: "Türk Bayrağı indirilerek üç yerinden yakıldı!" DEĞERLERİMİZ ÖĞÜTÜYORLAR!

Genelkurmay, kimliği tespit edilemeyen kişi veya kişiler tarafından 26 Ekim günü Mersin Akdeniz ilçesinde Akadeniz Anaokulu'nda bayrak direğindeki Türk Bayrağı'nın ipi kesilerek alındığını, Yeşilçimen İlköğretim Okulu'nda ise Türk Bayrağı'nın indirilerek, üç yerinden yakıldığını açıkladı.

Genelkurmay’dan yapılan yazılı bilgilendirmede, 27 Ekim günü saat 21.00 sıralarında Şırnak Beytüşşebap Ayvalık Jandarma Karakol Komutanlığı tarafından icra edilen yol kontrol ve araması esnasında, sivil bir araçta yapılan aramada, 15 adet Kaleşnikof piyade tüfeği ele geçirildiği kaydedildi.

26 Ekim günü Van Çaldıran'da ise arazide bir adet Kaleşnikof piyade tüfeği ile bölücü terör örgütü kıyafeti bulunduğu ve Yaşkütük Jandarma Karakol Komutanlığına teslim edildiği ifade edildi.

Ayrıca önceki gün (26 Ekim) bölücü terör örgütü mensubu bir teröristin Muş Malazgirt'te silahsız ve teçhizatsız olarak teslim olduğunu bildirdi.

TERÖR ÖRGÜTÜ HEDEFLERİNE HAVA KEŞİF HAREKATI

Genelkurmay Başkanlığı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na ait 4 adet RF-4E keşif uçağı ile Irak Kuzeyi'nde, bölücü terör örgütü hedeflerine yönelik hava keşif harekâtı icra edildiğini duyurdu.

Konuya ilişkin yapılan yazılı bilgilendirmede bugün (28 Ekim) gerçekleştirilen harekatta görevli uçakların vukuatsız olarak üslerine döndüğü ifade edildi.

(CİHAN)
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

Azerbaycan'ın ikinci büyük finansal kuruluşu Paşa Bank, TAIB Bank'ı satın alıyor!

Azerbaycan'ın ikinci büyük finansal kuruluşu olan Paşa Bank, Aksoy Holding’in 2 yıl önce satın aldığı TAIB Bank’ı satın alıyor.
Rekabet Kurulu’nda onay çıkması durumunda TAIB’in kontrolü Paşa Bank’a geçmiş olacak. Aksoy, TAIB'i 2 yıl önce Dubai Şeyhi El Maktum’dan satın almıştı. Konu ile ilgili açıklama Rekabet Kurulu tarafından yapıldı. Kurul açıklamasında “Bildirime konu İşlem, Taib Yatırım Bank Anonim Şirketi'nin çoğunluk hissesinin Pasha Bank OJSC tarafından şirketin tam kontrolüne sahip olan Aksoy Holding A . Ş.'den devralınmasına ilişkindir” denildi. Bünyesinde Turcas Petrol’ü de bulunduran Aksoy Holding, Bahreyn
Merkezli TAIB Bank’ı haziran 2012’de Dubai Şeyhi El Maktum’dan satın almıştı. Hürriyet, Aksoy’un TAIB’i satmak istediğini geçtiğimiz yıl eylül ayında gündeme getirdi.

Aksoy Holding Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Aksoy Hürriyet’e yaptığı açıklamada “Olası bir ortaklıkta çoğunluk hisseyi Azeri ortağımıza vermeyi planlıyoruz. Şu an görüşmeler bu yönde. Onlar Türkiye’de bankacılık faaliyeti gerçekleştirmek istiyorlar” demişti.

MART'TA BAŞVURMUŞTU

Azerbaycan'ın ikinci büyük finansal kuruluşu olan Paşa Bank, TAIB Bank'ı satın almak için geçtiğimiz Mart ayında BDDK'ya başvurmuştu. Paşa Bank'ın Yönetim Kurulu Üyesi Taleh Kazımov, o dönem yaptığı açıklamada "Türk bankayı almaya hazırız. Türk regülatörlere de başvurduk. Ülkedeki operasyonumuz Paşa Bank Türkiye olarak devam edecek" demişti.

Paşa Holding bünyesindeki banka, Azerbeycan'ın yanında Gürcistan'da da faaliyet gösteriyor.
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

Kafkas- Türk Eli Gecesi Büyük İlgi Gördü!

Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu tarafından yurtdışından Üniversitemize gelen öğrencilerin tanışıp kaynaşmalarını sağlamak üzere “Kafkas - Türk Eli Gecesi” adlı konser düzenlendi.

GAÜN Atatürk Kültür Merkezinde düzenlenen konserin öncesinde katılımcılara ‘Özbek Pilavı’ ikram edildi.

Konserin açılışında konuşan GAÜN Arş. Gör. Sertan Ali Bekiroğlu, “Bu akşam hepimizi heyecanlandıran bir birleşmenin, kavuşmanın içerisinde yer almaktan çok mutluyum. Türk Dünyasının çeşitli yerlerinden gelen çok değerli arkadaşlarımız, öğrencilerimiz var. 20 yıl öncesine kadar hayal olan bir olayı gerçekleştirmenin mutluluğu ve gururunu hep birlikte yaşıyoruz. Türk Dünyasına yol haritasını çizmiş olan İsmail Gaspıralı ‘dilde, fikirde, işte birlik sözleriyle’ Türk Dünyası Ülküsünü bizlere miras bıraktı. Bu ülkünün gerçekleşmesi adına pek çok şeyin yapıldığını buradaki bu buluşma da gösteriyor” dedi.

GAÜN Türk Müziği Devlet Konservatuarı öğrencilerinin sunduğu halk oyunları gösterisiyle başlayan konser, birbirinden değerli sanatçıların seslendirdiği tasavvuf müziği, Özbek, Türkmen ve Türk halk müziği eserleri dinleyenlerin beğenisini topladı. GAÜN Genel Sekreteri Ercan Eroğlu’nun da katıldığı konserde, Tasavvuf müziğinin değerli seslerinden İsmail Talay tarafından söylenen ‘Kerbela- İmam Hüseyini Vurdular’ ilahisi eşliğinde sahneye çıkan semazenleri katılımcılar ilgiyle izledi.

Konser arasında duygu ve düşüncelerini aktaran Sanatçı İsmail Talay, “Türkistan’ı ve Türk Dünyasını bir çatı altında yaşayan soydaşlarımızın yaşadığı tüm Türk yurtlarını bilmeden, sevmeden soydaşlarımızın tek millet olduğunu anlamamız mümkün değil. Dilimizin, tarihimizin, destanlarımızın, sanatımızın, inançlarımızın geleneklerimizin ve oyunlarımızın kaynaklarını sadece Anadolu’da aramak, çıkılan bu yolu anlamamak demektir. Globalleşen dünyada, Türk Dünyasının birliği yolunda bu davaya gönül verenlerin faaliyetlerini, his ve düşünce dünyasından arındırıp, akıl alanına kaydırmanın zamanı gelmiştir” diye konuştu.
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

ABD'nin New Jersey eyaletinde Türk bayrağı göndere çekildi.

New Jersey Türk Kültür Merkezi (TCC) ile Bergen Bölge Yönetimi tarafından 4 yıldır ortaklaşa düzenlenen programa çok sayıda davetli katıldı. Bergen Bölge Yönetim binasının bahçesinde düzenlenen bayrak çekme töreni iki ülkenin milli marşlarının okunması ile başladı. Programda konuşan Bergen Bölge İdarecisi Kathleen Donovan 29 Ekim'i 'Türk Günü' ilan ettiklerini söyledi. 4 yıldır düzenli olarak Türk bayrağını göndere çektiklerini ifade eden Donovan, "Türk kültürü çok zengin. Böyle zengin kültüre sahip Türk toplumunu aramızda görmekten büyük mutluluk duyuyorum. Bugün programa katılan herkes Türkiye'nin bağımsızlığını kutluyor. Bugün bizim içinde önemli bir gün." diye konuştu. NJ TCC Başkanı Oğuzhan Şentürk, her yıl geleneksel olarak Türk bayrağını çekme programına bölgenin üst düzey yöneticilerinin katılmasının kendilerini çok mutlu ettiğini söyledi. Başkan Şentürk "NJ'de Türk nüfusu çok olduğu için eyalette 29 Ekim bayram olarak kutlanıyor. Biz de TCC olarak bu programın sponsorluğunu yapıyoruz. Bugün burda Türk bayrağını göndere çekmenin mutluluğunu yaşadık ve halkımıza yaşatmış olduk." dedi.
Programa katılan Bergen Bölge Polis Şerifi Michael Saudino da hazır bulundu. Şerif Saudino, Türk toplumu ile birlikte Türkiye'nin bağımsızlığının kutlamanın kendileri için mutluluk verici olduğunu ifade etti. İstiklal Marşı'nı seslendiren Pioneer Academy Okulu öğrencilerine sertifika verildi.
Etkinlik sonunda katılımcılara Türk mutfağından hafif yemekler ikram edildi.
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

Muhteşem Padişah Hikayeleri!

OSMAN GAZİ'NİN RÜYASI

Ebdal Kumral, tefekkür halindedir... Birden yanında Hızır aleyhisselâm beliriverir! Osman Gazi'yi kastederek. "O yiğidin istikbali çok parlak" der, "Var bul onu ve müjdeyi ver!"

-Nasıl bir müjde?
-Yakında rüyasını görür!..

Ebdal Kumral, dergâha koşar. Vardığında sohbet başlamıştır. Bir köşeye sokulur, diz çöker. Bakın şu işe ki Osman Gazi de oradadır. Genç mücahid kelimesini kaçırmadan şeyhini dinlemektedir...

"Toprağa bağlanın!"

Edebâlî Hazretleri "Toprağa bağlanın!" der, "Su kullanın, ağaç dikin, bahçelerinizi elden geçirin." (Bunlar bu coğrafyada kalıcı olduklarına dair işaretlerdir) "Fukaraya sahip çıkın, âlimlere hürmet edin..."

Gecenin ilerleyen saatlerinde Osman Gazi el öper, müsaade ister. Edebâlî hazretleri gözlerini kısar, geceyi dinler. Sonra nedendir bilinmez "Sabah ola hayrola" der, "gelin kalın burada!"...

Bu diyarda ona itiraz ne mümkündür. "Başüstüne" der, baş eğerler. Derhal döşekler serilir... Osman Gazi ayağını uzatıp yatamaz. Zira odanın duvarında Mushaf-ı Şerif asılıdır... Bir köşeye bağdaş kurar, tesbihi ile baş başa kalır. Ama bir ara içi geçer, Edebâlî Hazretlerinin göğsünden çıkan bir nurun kendini kuşattığını görür. Sonra vücudu çınara döner. Dallanıp budaklanır ve çok büyür. Yaprakları bulutlara varır, kökleri kıtaları tutar. Dağlar ovalar, nehirler, şehirler... İnsanlar bölük bölük gelir gölgesine girerler. Huzurlu ve neşelidirler...

Osman gazi rüyanın heyecanıyla gelir kendine... Müezzinin yanık sesi odayı doldurur. Mescide geçerler. Osman gazi rüyanın tesirindedir hâlâ. Ebdal Kumral sorar. "Ne oldu sana?"

-Bir rüya gördüm hocam. Garip bir rüya!
-İyi ya, işte fırsat. Şeyhimize arzeyle!..

"Doğru söylüyorsun!"

Osman Gazi, mahcup mahcup rüyasını anlatır. Edebâlî Hazretleri kısa bir tefekkürün ardından "Ey oğul. Sana müjdeler olsun!" der, "Göğsümden çıkan nur kızımdır (Bâlâ Hatun). Seni kuşatması evleneceğinize işarettir... Ağaca gelince: Sen büyük bir devlet kuracaksın. Evlatların adaletle hükmedecekler. Allahü teâlâ seni ve neslini insanların İslâm'la şereflenmesine vesile edecek...

Ebdal Kumral heyecanlıdır. "Vallahi doğru söylüyorsun!" der: "Hızır aleyhisselamın bildirdiği müjde bu olmalı!"

YÖNETİM NE ZAMAN ÇÖKER?

Osmanlı'nın muhteşem zamanlarıdır. Kanunî Sultan Süleyman devletin akıbetini düşünür; günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı diye. Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi meşhur alim Yahya Efendi'ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu Yahya Efendi'ye gönderir.

Mektupta "Sen ilahi sırlara vakıfsın. Bizi de aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğullarının akıbeti nasıl olur? Bir gün izmihlale uğrar mı?

Mektubu okuyan Yahya Efendi'nin cevabı çok kısa ve şaşırtıcıdır; "Neme lazım be Sultanım!"

Topkapı Sarayı'nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan Süleyman buna herhangi bir mana veremez. "Acaba bu cevapta bizim bilmediğimiz bir mana mı vardır?" diye düşünür. Nihayet kalkar Yahya Efendi'nin Beşiktaş'taki dergahına gelir ve der ki:

- Ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, sorumu ciddiye al. Yahya Efendi şöyle bir bakar:

- Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuz üzerinde iyice düşündüm ve kanaatimi size açıkça arz ettim.

- İyi ama ben bu cevaptan birşey anlamadım. Sadece "Neme lazım be sultanım" demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi.

Yahya Efendi bu cevaptan sonra şu müthiş açıklamasını yapar:

- Sultanım! Bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlık şayi olsa, işitenlerde 'neme lazım' deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil çobanlar yese, bilenler de bunu söylemeyip sussa, fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başka kimse işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halka hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir... Bunları dinlerken ağlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdik eder. Sonra da Allah'a kendisini ikaz eden bir alim olduğu için şükreder. Bu türlü ikazlardan geri kalmaması için tembih ettikten sonra oradan ayrılır.

ÖLÜSÜ CANLANDIRILAN PADİŞAH
Çilekeş Osmanlı hükümdarı Çelebi Mehmet, babası Yıldırım Bayezid'in vefatından sonra, önce Amasyada hükümdarlığını ilan etmişti. Ona karşı savaş veren kardeşleri İsa Çelebi ve Musa Çelebi de sonunda mağlup olup idam edilmişlerdi. İşte bundan sonra Çelebi Mehmet Muhtasar Osmanlı Devleti'nin yeni hükümdarı olarak Edirne'de saltanat kurmuştur (Temmuz 1413).

Onbir yıl süren ve şehzade kavgalarıyla geçen "Fetret Devri" bu suretle kapanmıştır. Çelebi Mehmed bütün gücüyle Osmanlı Devleti'ni toparlayıp güçlendirme gayretine girmiştir. Çelebi Mehmet son günlerinde Edirne civarında avlanırken, önüne çıkan bir domuza mızrak attığı sırada, vücudunda nüzul (felç) inerek attan düştü. Hasta yatağında vezirlerini çağırıp talimat verdi:

"Tez ulu oğlum Murad'ı getirin. Ben artık yataktan kurtulamam. Murad gelmeden ben ölürüm. Memleket birbirine girer. Tedarik edin, benim vefatım duyulmasın." dedi.

Henüz on yedi yaşındaki büyük oğlu Şehzade Murat, o sırada Amasya sancak beyi idi. Ona haber salındığında, Sultan Mehmet birkaç gün içinde vefat etti (Mayıs 1421).

Şehzade Murat gelinceye kadar, padişahın ölümü 41 gün herkesten saklandı. Olaydan ancak birkaç kişinin haberi vardı. İç organları çıkartılarak ilaçlanan cenaze, elbisesi içerisinde sarayın penceresi önüne loş bir yere yerleştirildi. Arkasına adam konulup, elleri hareket ettirilerek, önünden geçen askerlere canlısı gibi gösterildi. Böylece kargaşa çıkması önlendi.

BU MİLLETLE DÜNYA FETHEDİLİR

İstanbul'un henüz fehedilmediği zamanlarda Edirne'de bulunan Sultan Mehmet, fetih hazırlıklarını yaparken diğer bir taraftan halkın durumunu kontrol etmeyi ihmal etmiyordu. Ona göre önemli olan milletin birlik beraberlik içinde olmasıydı. Bunu fetihin gerçekleşmesinin şartlarından biri olarak görüyordu. Sultan Mehmet bir sabah kılık kıyafet değiştirip pazara çıktı. Satılan malların kalitesini, fiyat durumunu ve esnafın hâlini kontrol etmek için, Edirne'nin çarşılarını gezmeye başladı. Sultan Mehmet, sokağın başındaki ilk dükkâna girdi.Selam verdikten sonra:

- Bana yarım batman yağ, yarım batman bal ve biraz da peynir veriniz, dedi. Müşteriyi güleryüzle karşılayan esnaf, selâmı alıp memnuniyetle yarım batman yağı tarttı. Yağı verirken, karşısındakinin padişah olduğundan bihaber konuştu:

- Ağam, dilerseniz bal ve peynir verebiliririm. Ancak ben bu yağı satarak siftahladım. Diğer isteklerinizi de daha siftahlamayan karşı komşumdan alırsanız memnun olurum. Bu duruma içten içe sevinen padişah karşı dükkana geçti. Yarımşar batman bal ve peynir istedi. Dükkân sahibi yaşlı adam balı tarttıktan sonra:

-Allah'a şükür bugün de siftahımızı ettik. Ancak peyniri henüz siftah etmeyen komşumdan alırsanız sevinirim. Sultan Mehmet diğer dükkandan peyniri aldıktan sonra:

-Bu millette bu yüksek ahlak varken değil İstanbul Dünya alınır. diyerek çarşıdan mutlu bir şekilde ayrıldı.

KORKUSUZ ŞEHZADE
Yavuz Sultan Selim henüz beş-altı yaşlarında bir çoçuktu. Amasya'daki sarayın bahçesinde ok talimi yapıyordu. Yay boyunu aşıyordu ama o bu yaşta attığını vurmaya başlamıştı. Babası Sultan II. Bayezit bir ağacın arkasında onu seyrediyordu. Yavuz son okunu da tam hedefe saplayınca, dayanamadı; saklandığı yerden çıkıp, oğluna sarıldı:

-Allah gücüne güç katsın oğlum. Ama niçin yalnızsın? Küçük Selim hayretle:

- Yalnız değilim ki Sultan babam; Allah her yerdedir! Aldığı cevap, Bayezit'i şaşırttı ama belli etmedi. Sarayın bahçesi ulu ağaçlarla süslüylü. Ormandan farkı yoktu.

- "Oğulcuğum," dedi Sultan Bayezit, " tek başına buralarda dolaşma. Düşmanlarımız var. Allah korusun; san bir kötülük etmek isteyebilirler!" Selim duraklardı. Sonra, iki yaşından beri yanından ayırmadığı küçücük kılıcını çekip:

- Pederim! Bu kılıcı süs için bağlamadık. İcap ederse kendimizi korumasını biliriz. Hem pederimizin korkusundan dünyanın öbür ucundaki düşmanın yüreği titrerken sarayın bahçesine girmeye kim cesaret edebilir? II. Bayezit, hayretten donakalmıştı. Onda kimsede olmayan bir şeyler vardı. Vaktinden önce gelişmiş, aklı boyunu aşmıştı. Selim'i, elinden tutup, saraya götürürken; "Hiç şüphem yok. Bu çocuk ilerde ne yapıp edip padişah olacak. Şimdiden ona tahtın yolunu açmalıyım." Böyle düşündü ya, gün gelip Şehzade Selim, istediğini almasını bildi ve Osmanlı'nın Yavuz Sultan Selim'i oldu.

ALPARSLAN'IN MALAZGİRT'TEKİ NUTKU
Cuma namazından sonra Sultan Alparslan, ordusuna şöyle hitap etti:

-Kumandanlarım, askerlerim! Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olursa olsunlar, daha fazla bekleyemeyiz. Bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettiği şu saatlerde kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım, ya şehit olur cennete girerim. Büyük bir inançla söylenen bu heyecanlı sözlere askerler hep bir ağızdan:

-Ey Yüce Sultan! Her zaman senin emrinde ve seninle olacağız, nereye gidersen oraya gideceğiz, diye haykırdılar. Sultanın üzerinde beyaz bir elbise vardı. Düşmana hücum etmeden önce son söz olarak askerlerine şunları söyledi:

-İşte şehitlik kefenim, savaş meydanında ölürsem beni bu elbise ile gömersiniz. Bundan sonra Türk ordusu hücuma geçti. Cuma günü öğleden sonra başlayan savaş akşam üzeri sona erdi. Tarihin en büyük meydan savaşlarından biri olan Malazgirt Savaşı Türk ordusunun kesin galibiyeti ile sonuçlandı. Büyük komutan Alparslan'ın üstün savaş taktiği ve Türk askerinin cesaret ve kahramanlığı sayesinde elli dört bin kişilik Türk ordusu, kendisinden kat kat fazla olan Bizans ordusunu birkaç saat içinde kesin bir yenilgiye uğratmış ve büyük bir zafer kazanmıştı. Bu savaşta Bizans imparatoru Romen Diojen de esir alınmıştı. İmparator, savaşın galibi Büyük Türk hakanı Alparslan'ın huzuruna çıkarıldı. Alparslan imparatora çok iyi davrandı. Sultan Alparslan, imparator Diojene:

-Zaferi sen kazansaydın bana ne yapardın?, diye sordu. Diojen:

-Bir fırın hazırlatıp sana çok kötü davranacaktım, diye cevap verdi. Esir imparator, bu sözleri ile eline fırsat geçseydi ne kadar acımasız hareket edeceğini söylemekten çekinmemişti. Buna karşı bu büyük zaferin muzaffer komutanı Sultan Alparslan, Diojen'i affetti ve yanına muhafızlar vererek onu memleketine gönderdi. Alparslan bu davranışı ile insanlığa çok önemli bir ahlak dersi vermiş, Türk milletinin sahip olduğu üstün özellikleri göstermiştir.

PADİŞAH'IN KAFTANI
1517 yılında kazanılan Ridaniye zaferinden sonra kutsal topraklarda huzuru sağlayan Yavuz Sultan Selim ordusuyla birlikte İstanbul'a dönüyordu.

Yolculuk sırasında, İbn-i Kemal adıyla tanınan Anadolu Kazaskeri ve ünlü bilgin Kemal Paşazade'nin atının ayağından sıçrayan çamurlar Padişah'ın kaftanını kirletti.

Kemal Paşazade mahçup oldu, korktu ve ne diyeceğini şaşırdı.

O'nun bu halini gören Padişah tebessümlü bakışlarla süzdükten sonra şöyle teselli etti:

"Senin gibi bir bilginin atının ayağından sıçrayan çamur benim için şereftir. Vasiyetimdir ki, öldüğüm zaman bu kaftan bu haliyle sandukamın üzerine konsun!"

Padişahın sırtından çıkardığı kaftanın çamurları temizlenmedi, öylece saklandı ve vasiyetine uygun olarak ölümünden sonra sandukasının üzerine örtüldü.

PADİŞAH'IN EDEBİ

Mısır seferine gidilirken ordunun korkunç Sina Çölü'nden geçmesi gerekiyordu. Kum fırtınalarının etrafı kasıp kavurduğu, gündüzleri dayanılmaz sıcaklara sahne olurken geceleri dondurucu soğukları davet eden bu çölü dünya da hiç bir ordu geçememişti. Yavuz Sultan Selim ordusuna moral verici sözler söyledikten sonra atını çöle sürdü.

Herkes yanındaki suyu idareli kullanıyor, namazlar teyemmüm yapılarak kılınıyordu. Yolculuk böyle sürüp giderken Yavuz Sultan Selim'in bir ara atından indiği ve saygılı bir halde yaya olarak yürüdüğü görüldü. Herkes şaşırmıştı ama, kimse sebebini soramıyordu. Padişahın hiç yanından ayırmadığı Hasan Can durumu öğrenmekte gecikmedi. Padişah O'na şunları söylemişti:

"İki cihan sultanı Peygamber Efendimiz önümüzde yaya olarak yürürlerken biz nasıl at üstünde olabiliriz Hasan Can?"

BRE DOĞAN

Kosova Meydan Savaşı'nda büyük bir bozguna uğrayan Haçlı orduları Macar Kralı Sigismund'un lideliğinde büyük bir birlik oluşturdular. Bu birliğe Avrupa devletlerinin hemen hepsi katılmıştı. 130 bin kişilik bir ordu ile Bulgaristan'a girdiler ve Doğan Bey tarafından korunan Niğbolu Kalesi'ni kuşattılar.

Durumu haber alan Yıldırım Bayezıd harekete geçerek yardıma koştu. Kalenin çevresi tamamen kuşatıldığı için herkes merak içindeydi. Her ne olursa içerden bir haber alınmalı ve ona göre hareket edilmeliydi.

Bunun için kafa yoran Yıldırım Bayezıd, hiç kimseye haber vermeden bu görevi kendisi yapmaya karar verdi. Gecenin karanlığından faydalanarak atını sürdü ve gitti.

Niğbolu Kalesi'nin çevresi karanlıklar içindeydi. Kaleyi kuşatan Haçlı askerlerinin yer yer yaktıkları ateşler havadaki esrarengizliği bir kar daha arttırıyordu. Yıldırım Bayezıd, içki içe içe sarhoş olan devriyeler arasından geçerek kale duvarının yanına kadar geldi ve gecenin sessizliğinden yankılanan bir sesle haykırdı:

"- Bre Doğan! Bre Doğan!.."

Haçlılara teslim olmayı reddeden Doğan Bey her an tetikteydi ve meraklı bir bekleyiş içindeydi. Duyduğu bu ses merakını büsbütün arttırdı. Evet, yanılmıyordu; bu ses Sultan'ın sesiydi ama nasıl olabilirdi ki?

O ses kale duvarlarında bir defa daha yankılanınca heyecan ve sevinç içinde karşılık verdi:

"- Buyur saadetlü hünkârım!"

"- Bre Doğan, halin nicedir?"

"- Halimiz gördüğün gibi Sultanım. Elimizden geleni yapar, kaleyi düşmana vermeyiz!"

"- Hele dayanın! İşte biz dahi geldik!.."

Yıldırım Bayezıd geldiği gibi geri dönerken kale içinde adeta bayram vardı. Artık moraller yerine gelmiş, düşmana karşı olan dayanma güçleri artabileceği kadar artmıştı. Ya düşman?

İçlerinde Yıldırım Bayezıd'ın kale duvarlarında yankılanan sesini duyanlar olmuş ama ne olduğunu anlayamamışlardı. Onlar o sırada, "Osmanlı Padişahı'nın kaçtığını" iddia ediyorlardı. İşi daha da ileri götürerek, "Mısır'daki Memluk Sultanı'na sığındığını" söyleyenler bile vardı. Durumu anladıklarında ise iş işten geçmişti. Ertesi gün Türk Ordusu, Niğbolu önlerinde dünyanın en büyük zaferlerinden birini daha kazandı

İLK OSMANLI KANUNU
Oğlu Orhan'a, "Gönül kerestesiyle bir Yenişehir ve pazar yap" diye vasiyet eden Osman Gazi, Yenişehir'in alınmasından sonra orada kurulan Pazar yerini dolaşıyordu ki, Germiyan taraflarından gelen bir adam yanına gelerek şöyle seslendi:

"- Beyim, beyim! Yenişehir'in pazar bac'ını bana satın!.."

Osman Bey şaşırmıştı; sordu:

"- Bac nedir be adam?"

"- Yani ki beyim, pazara her kim mal getirirse ondan akçe alayım!.."

"- Pazara gelenlerden alacağın mı vardır ki onlardan akçe alacaksın?"

"- Beyim! Bu töredir ki, ezelden beri bütün ülkelerde böyledir. Ben alır size veririm, siz de emeğimin karşılığını bana verirsiniz!"

"- Bir kişinin kazandığı başkasının olur mu be adam? Ben onun malına ne koydum ki akçesini alayım? Var git yanımdan da zararım dokunmasın!"

Adam yardım uman bakışlarla etrafındakileri süzerken onlar durumu Osman Bey'e anlattılar. Günümüzde belediyelerin pazarcılardan "işgaliye bedeli" adıyla aldıkları vergi o zamanlarda da alınıyordu ve Osman Bey'in başına gelen bu olay konuyla ilgili bir kanunun çıkmasına sebep oldu:

"Pazara bir yük getirip satan herkes iki akçe versin. Satamazsa, bir şey vermesin!"

Osmanlılarda, atlı askerlere mülk olarak arazi veriliyordu ve bu araziye "Tımar" deniyordu. Tımar sahipleri belli sayıda asker beslemek ve savaş zamanlarında askerleriyle birlikte orduya katılmak zorundaydılar. Daha sonra, yukarıda sözünü ettiğimiz kanun maddesine, tımarla ilgili olarak şöyle bir hüküm eklendi: "Ve dahi her kimse tımar versem, elinden sebepsiz yere alınmaya. O kişi ölürse, tımarı oğluna sefere gidecek yaşa gelene kadar... Ve her kim bu kanuna uyarsa, Allah ondan razı olsun.?

KORKUTAMAYAN DÜŞMAN
Sultan Alpaslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği subaylardan biri huzuruna gelip telaşla:

-300 bin kişilik düşman ordusu bize çok yaklaştı, demiş.

Alpaslan, hiç önemsemeyerek şöyle karşılık vermiş:

-Biz de onlara yaklaştık.

SIR SAKLAMAK
Yavuz Sultan Selim,birçok Osmanlı Padişahı gibi, devletin selameti için sefer hazırlıklarını gizli tutarmış. Bir keresinde,vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona:

-Sen sır saklamasını bilir misin? diye sormuş.

Vezir, Yavuz'dan cevap alacağı ümidiyle:

-Evet Hünkârım, bilirim dediğinde, Sultan Yavuz cevabı yapıştırmış:

-Ben de bilirim.

İKİ OSMANLI
İngilizler Hindistan'ı işgal eder, Hindistan Kralı Osmanlı'dan yardım ister. Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu yardımı karşılıksız bırakmamakla birlikte 350 kişilik bir askeri birliği gemiyle Hindistan'a gönderir.

350 kişilik birlikten 20 kadarı hastalıktan yolda şehit olur, kalan 330 Osmanlı askeri Hindistan'a çıkarlar ve İngilizlerle savaşmaya başlarlar.

Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı askerleri birkaç günlük mücadeleden sonra teknolojik donanıma sahip İngiliz askerleri karşısında yenik düşerler. 40 kadarı esir alınır, diğerleri de savaşta şehit olur.

Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir askeri İngilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar. Bu gemi bir seferinde Avustralya'ya uğrar. İki Osmanlı esiri bir yolunu bulup kaçarlar.

Bir süre sonra, adı Karadeniz diyarından Menteşeoğlu Abdullah olan, baba mesleği dondurmacılığa başlar. Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet de Kasaplık yapar.

Birinci dünya savaşında Avustralya Çanakkale'ye asker çıkarır ve bizim iki Osmanlı askeri olayı duyarlar. Hemen buluşup durum değerlendirmesi yaparlar.

Biz Osmanlı askeriyiz ve Avustralya'da yaşıyoruz. Avusturalya devleti Osmanlı'ya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş. Bundan dolayı biz de Avustralya devletine savaş açalım derler.

Alırlar kağıdı kalemi ve yazarlar:

Sayın Avustralya Başkanı Eksalans hazretleri;

Biz iki Osmanlı askeri, ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki devletimiz Osmanlı'ya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale'ye asker göndermişsiniz. Bundan dolayı iki Osmanlı askeri olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız.

Bu bir Osmanlı fermanıdır. Ekselansların bilgilerine duyurulur.

Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet,

Karadeniz diyarından Menteşeoğlu Abdullah

İki Osmanlı askeri, Sidney'in 250 km. uzağında Karlıdağlar denilen bölgede önce virajlarda tren raylarını sökerek 3 treni devirirler. Üçüncü tren kazasında askeri muhimmat bularak silahlanırlar. Aynı bölgede 8 karakol basarlar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar.

Ne olduğunu bir türlü çözemeyen Avustralya devletinin sonunda iki Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektup akıllarına gelir ve mektubun atıldığı bölgeye 250 kadar asker gönderirler.

İki Osmanlı askeri aranmaya başlanır. Bir kaç gün sonunda sıcak çatışma olur ve Osmanlı askerleri bu Karlıdağlar da şehit edilir.

İki askerin mezarı şu an da Sidney'e 250 km. uzakta Karlı Dağlar'da. Avustralyalılar iki Osmanlı askeriyle savaştık demek zorlarına gittiği için bu askerlere Hindistan asıllı diyorlar.

Oysa Hindistan'da ne Karahisar diyarı, ne de Karadeniz diyarı diye bir bölge yok.

TRAŞ EDİLEN SAKAL DAHA GÜR BİTER

Osmanlı donanmasının ilk defa bozguna uğradığı İnebahtı Deniz Savaşı'ndan sonra, II. Selim'in emriyle yeni bir donanma kurulur. Donanmayı kurmakla görevlendirilen Kılıç Ali Paşa, bahar ayında donanmayı her şeyi ile hazırlamıştı. İnebahtı'da Kıbrıs'ı almak için uğraşan Haçlı Armadası bu amacına ulaşamamıştı. İnebahtı bozgununun sorumlusu olan Sokullu Mehmed Paşa, 7 Mart 1573'de Venedik büyükelçisi Barbaro'ya:

"Biz sizden Kıbrıs Krallığı'nı alarak kolunuzu kestik. Siz ise donanmamızı yenmekle bizim sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kol yerine gelmez ama tıraş edilen sakal daha gür biter."

İŞTE HAK İŞTE SALAHİYET
Yıldırım Beyazit, serkeşlik eden Bulgaristan'ı fethetmişti. Buna içerleyen Macar Kralı Sigismund, başkent Bursa'ya özel elçisini fethi proteto etmek ister. Elçiler Bursa'ya girerler. Geliş çoktan tüm şehirde duyulmuş, gavur görmemiş meraklı halk sokaklara dökülmüştü. Halk süslü koşumlu atlara binmiş elçiyi ve korumalarını izlemekte, bir yandanda gülümseyerek dalga geçiyorlardı:

"Vay canına Durak Çavuşum! Görmekte misin ki; koşumlar atlardan, atlar binicilerinden daha değerli... Şu gavurcuklar çok alem vesselam!" "Bunlar niye kadın gibi süslenmişler böyle?"

Elçi söylenelerin birkısmını anlar ama bozulduğunu göstememeye çalışır. Zira kral her şart altında diri durmasını emretmişti:

"Azametli dur, sert bak, Osmanlı'ların içine korku salmaya çalış! Macar kafilesini görünce yürekleri ürpersin. Padişaha da meydan oku. Hangi hakla Bulgaristan'ı fethetdiğini sor. Üzerine yürü. Yüklenebildiğin kadar yüklen! Beni temsil ettiğini unutma."

Elçi kralın söylediklerini içinden tekrarlaya tekrarlaya yeniçerilerin ardından saraya girer. Yıldırım Beyazıt elçiyi huzuruna kabul eder. Elçi önce getirdiği hediyeleri takdim eder ve söze başlar:

"Azametlü, kudretlü, asaletlü, fehametlü Macaristan Kralını temsilen..."

Sadrazam elini kaldırıp elçiyi susturur:

"Sadede gel elçi, bizim boş vaktimiz yok. Ayrıca da biz kuvvet, kudret, azamet kaynağı olan Allah'tan başka hiçbir kuvvet, kudret, azametten korkmayız. Bunu böyle belle ve buna göre kelam et."

Macar elçi ne diyeceğini şaşırır ve kekelemeye başlar:

"Ama kralımızın ordusu çok büyüktür, o yüce bir kraldır."

"Dağ ne kadar yüksek olırsa olsun yel üstünden aşar."

"Siz yel değilsiniz ki..."

"Evet ama sizde dağ değilsiniz! Bize Yıldırım dendiğini duymuşsunuzdur."

"İyi ama siz hangi hak ve hangi selahiyetle Bulgaristan'ı işgal ettiniz?"

Yıldırım Han bir kur'an ve bir kılıç getirilmesini emreder. Sağ eline Kur'an'nı, sol eline kılıcı alır. Önce sağ elini göstererek: "İşte hak!" Sonra sol elini havaya kaldırıp: "İşte selahiyet!" Sonra elçiye:

"Var git şimdi cevabımızı kralına aynen ilet, kendisinden korkmadığımızı söyle. Biz hakkı Kitabimızdan, selahiyetide kılıcımızdan alırız! Allah'a güvenir yalnız O'ndan korkarız. Bütün küffar birleşip üstümüze gelse davamızdan dönmeyiz!"

AYDOS'U FETHEDEN RÜYA
Orhan Gazi'nin padişah olmasından sonra (726/1326), ilk fethedilen yer Üsküdar'ın doğusundaki Semendire (Samandıra) kalesi olmuştu. 728 (1328) tarihinde Konur Alp ile Abdurrahman Gazi, Semendire'nin güney tarafındaki Aydos hisarı fethine gönderildiler. Bir hayli sarp bir kale olan Aydos hisarının fethine hemen muvaffak olamadılar.

Aydos tekfurunun güzel bir kızı vardı. Bir gece rüyasında derin bir kuyuya düştüğünü gördü. "Gördü ki bir civân-i nurânî çıkageldi halâs için ânı." Bu haldeyken güzel bir yiğit geldi, elini uzatıp kızı çıkardı. Sabahleyin hisarın burcundan etrafı seyreden kız, Abdurrahman Gazi'yi gördü ve onun rüyada kendisini kurtaran yiğit olduğunu anladı. O anda İslâm dini kalbinde yer etti ve hemen bir kağıda durumunu açıkça yazdı. İslâm dinine gireceğini bildirerek:

"Eğer kalenin fethi muradınız ise, firar ediyormuş gibi buradan geçip gidiniz. Falan gece hisar dibine geliniz. Sizin için bu kalenin fethi kolayca mümkün olur." diye yazarak, kağıdı bir taşa sağlamca sardı, İslâm askerlerinin bulunduğu tarafa fırlattı. Atılan taş, askerler içindeki Akça Koca'nın atının ayağına dokundu. Akça Koca, "bu taşı atan boşuna atmaz" diyerek atından indi, taşı aldı. Abdurrahman Gazi'nin yanına geldi. Rumca bilen birine yazıyı okuttular. Durumu anlayan Osmanlı askerleri, bir hile ile firar ediyormuş gibi yaparak, oradan uzaklaştılar. Kaledeki düşmanlar onların kaçtığını zannederek işi gevşettiler, zevk ve safa ile meşgul olmaya başladılar.

Abdurrahman Gazi ise kararlaştırılan gecede seksen arkadaşıyla kale burcunun altına geldi. Kız da burcun üzerinde onları bekliyordu. Aşağıya uzunca ve sağlam bir kement sarkıttı. Abdurrahman Gazi birkaç arkadaşıyla kemende sarılıp kaleye tırmandı. Önce kapıdaki muhafızları kılıçtan geçirip kale kapısını açtılar. Bütün gaziler içeri hücum etti. Böylece gece yarısından sonra Aydos kalesi Osmanlıların eline geçti. Bu kız Abdurrahman Gazi ile evlendi. Ondan doğan Kara Abdurrahman adlı yiğit, zamanla düşmanın korkulu rüyası oldu. Çocuklarını onunla korkuturlardı.

BİZ SENİ UYANIK BİLİRDİK
İstanbul'da kenar semtlerden birinde oturan yaşlı bir kadın, padişahın huzuruna çıkmak istediğini saraydaki görevlilere bildirmiş. Bunun üzerine sultanın karşısına çıkarılmıştı. Yaşlı kadın:

Evinin soyulduğunu ve bu olaydan padişahın sorumlu olduğunu söyleyerek, şikayette bulunur. Bunun üzerine hiddetlenen Kanuni:

-Bana bak kadın, sen niçin bu kadar derin uyku uyudun da evinin soyulduğunu duymadın? deyince, yaşlı kadın:

Padişahım! Kusura bakma, biz seni uyanık bilirdik, onun için evimizde rahat uyuyorduk der. Bu cevap üzerine Kanuni utanarak:

-Haklısınız diyerek, kadının çalınan mallarının bedelini kendi malından öder.

OSMANLI DONANMASI
Osmanlı donanmasıyla Venedik donanması arasında savaş çıkmış. Venedik donanmasının komutanı Andrea Doria imiş. Gözcü Osmanlı donanmasının yaklaştığını fark edince hemen Andrea Doria'ya haber vermiş:

- Osmanlı yaklaşıyoor.

Andrea Doria sormuş:

- Kaç gemi var?

Gözcü:

- 10-20 kadar.

Komutan hemen emir erini çağırmış:

Oğlum bana hemen kırmızı gömleğimi getir.

Emir eri şaşırmış:

- Niçin komutanım?

Andrea Doria:

- Savaşırken yaralanacağız. Kan izi belli olmasın ve de askerlerin cesareti kırılmasın diye... Bu arada gözcüden yine ses gelmiş:

Efendim 50 kadar oldular.

Andrea Doria heyecanlanmış ve emir erine tekrar seslenmiş:

- Gömleği boşver. Sen bana kahverengi pantolonumu getir...

KOL VE SAKAL
2.Selim zamanındaki İnebahtı mağlubiyeti'nin üzerimizdeki tesirini anlamak isteyen Venedik Elçisi,Sokullu'yu ziyarete gelmişti. Büyük adam derhal vaziyeti kavradı. Ve Elçi'ye söz sırası bırakmadan hitâbetti:

-Siz söylemeseniz de ziyaretinizin hakiki sebebinin anlıyorum.Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kopardık,siz de inebahtı'da donanmamızı yakmakla bizim sakalımızı kestiniz.Kesilen sakal çabuk uzar ama,koparılan kol bi daha yerine gelmez!..

SEN Kİ FRENÇESKOSUN
Alman İmparatoru Şarlken'le, 24 Şubat 1525'de yaptığı Pavye Savaşı'nda yenilerek esir düşen Fransa Kralı Fransçois ve annesi Düseş Dangolen, büyükelçi Kont Jan de Franjipan ile Kanuni'ye birer mektup gönderirler. Kraliçenin mektubu şöyledir:

Şimdiye kadar oğlumun kurtuluşunu Şarlken'in insafına bırakmıştım. Fakat Şarlken oğluma hakaretler etmektedir. Dünyaya geçen hükmünüz, cihanın bildiği azamet ve şanınızla oğlumun kurtulmasını temin etmenizi zat-ı şahanenizden niyaz ediyorum.

Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman Kraliçe ve esir François'ya birer mektup gönderir. Mektupta kısaca şunlar yazılmaktadır:

Sen ki Fransa vilayetinin Kralı Françesko'sun. Sarayıma elçin ile mektup gönderip ve bazı ağız haberi dahi ısmarlayıp, memleketinize düşman girip, hala hapiste olduğunuzu bildirerek, kurtulmanız hususunda tarafımdan yardım ve meded istida eylemişsiniz. Padişahların mağlup olması ve hapsolması tuhaf değildir. Gönlünüzü hoş tutup üzülmeyesiniz. Gece gündüz atımız eyerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. Allah hayırlar müyesser eyleyip meşiyyet ve iradatı neye müteallik olmuş ise vücuda gele (Allah'ın istediği gibi olur.)

Mohaç Savaşı sonucunda dersini alan ve Viyana kuşatması ile de iyice gözü korkutulan Alman İmparatoru Şarlken, François'yı serbest bırakmak zorunda kalmıştır.

Kanuni'nin mektubunda dikkati çeken nokta, Fransa Kralı'na "Sen ki Fransa vilayetinin Kralı Françeskosun" şeklindeki hitabıdır. Bu, Kanuni'nin Fransa'yı küçük bir vilayet, Fransa Kralı'nı da bir vali olarak görmesinin bir ifadesidir.

PADİŞAHIN İŞİ NE?
Sultan Murad Han o gün bir hoşdur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:

- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var ?

-- Akşam garip bir rüya gördüm.

- Hayırdır inşallah?..

-- Hayır mı şer mi öğreneceğiz.

- Nasıl yani?

-- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.

Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki, padişah hâlâ gördügü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar;

-- Kimdir bu?

Ahali: - Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın meyhusun biri işte!..

-- Nerden biliyorsunuz?

- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz... Bir başkası tafsilata girer;

- Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısı'nda çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine.. Hele yaşlının biri çok öfkelidir.

- isterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?.. Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tedbili kiyafet mollalar kalırlar mı ortada!.. Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu :

-- Nereye? - Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.

-- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir sey diyemem... Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlamak gerek.

- İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.

-- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.

- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?

-- Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.

- Aman efendim, nasıl kaldırırız?

-- Basbayağı kaldırırız işte.

- Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Tekfini, telkini...

-- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.

- Şurada bir mahalle mescidi var ama...

-- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?

- Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azından Fatih Camii'nden...

-- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim... Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş; ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza... Mechul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.

- Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba...

-- Nasıl yani?..

- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?..

-- Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim. Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.

- Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar... Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...

- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim efendi bir âlemdi, vesselam... Akşamlara kadar nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!.. -- Niye? - Ümmeti Muhammed içmesin diye...

-- Hayret... - Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara... Mızraklı ilmihal. Hucceti islam okurdum...

-- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki...

- Milletin ne sandığı umrunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe'yi görmeli...

-- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi? - işte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya... Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. inan cenazen kalacak ortada...

-- Doğru, öyle ya?..

- Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. iş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?

-- Peki o ne dedi?

- Önce uzun uzun güldü, sonra; - Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?

İŞTE OSMANLI
19.yüzyılda Almanya nın Mülhaym şehrindeki Ren nehrinin bir yakasında Almanlar, öbür yakasında da Fransızlar oturuyordu.

Fransızlar, her sene nehrin Almanlar'daki kısmına geçip mahsulün tümünü toplayıp götürüyorlardı.

O sıralar, birliğini temin edemeyen güçsüz Almanlar ise buna fazla ses çıkaramıyorlardı tabiî. Her sene böyle olunca çareyi Osmanlı Sultanına durumu yazıp, imdat istemekte bulurlar.

Mektupta şöyle denmektedir:

"Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden alıyorlar. Siz ki, dünyaya adalet dağıtan bir imparatorluğun sultanı, İslamiyet'in de halifesisiniz. Bizi şu zulümden kurtarın. Asker gönderin. Ürünlerimizi bu sene olsun toplama imkanı sağlayın."

Çöküş faslına girildiği bir zamana denk gelen yardım isteğini inceleyen padişah asker göndermeyi mümkün ve gerekli görmez; yalnızca asker elbisesi göndermeyi kâfi bulur ve cevabı bir mektupla beraber içi askeri elbise dolu üç çuval yollanır.

Şaşkına dönen Almanlar, çuvalı alıp mektubu okurlar:

"Fransızlar korkak ademlerdir. Onlara yeniçeri göndermemize gerek yoktur. Yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kâfidir."

Çuval içindeki Osmanlı askerinin elbiselerini adamlarınıza giydirin. Mahsul zamanı, nehrin görülecek yerlerınde dolaştırın. Karşıdan gören Fransızlar için bu kâfidir."

Bağ bahçe sahipleri hemen Osmanlı askerinin kıyafetini kapışırlar. Hasat vakti büyük bir heyecanla yeniçeri kıyafetinde, nehir kıyısında dolaşmaya başlarlar.

Ertesi gün, karşıdan gelen haber, Almanlar'ın sevinç çığlıkları atmalarına sebep olur:

"Osmanlılar'dan imdat geldiğini düşünen Fransızlar, korkudan köylerini de terkederek iç kısımlara doğru kaçmaktalar. Mahsulünüzü rahatça toplayabilirsiniz. Zulüm sona ermiştir."

Bu olay, Mülhaymli'lerin gönüllerin de taht kurmuştur. Giydikleri yeniçeri kıyafetlerini, daha sonra Mülhaym a bağlı Karlsruhe müzesine koyup ziyarete açarlar.

Şehrin en yüksek binasına da Osmanlı bayrağı asarlar. Ayrıca, halen olayın yıldönümünde de şehirde bir karnaval düzenleyip, hadiseyi temsilen kutlarlar.

FETVANIN BÖYLESİ
Kanuni Sultan Süleyman,sarayın bahçesindeki armut ağaçlarını kurutan karıncaların öldürülmesi için Şeyhulislam Ebussuud Efendi'den şu beyitle fetva istemiş:

-Dırahta ger ziyan etse karınca

Zararı var mıdır ânı kırınca

(Yani ürünlere zarar veren karıncaları öldürmekte şer'an zarar var mıdır?)

Ebussuud Efendi,bir beyitle cevap vermiş:

-Yarın Hakk'ın divanına varınca

Süleyman'dan hakkın alır karınca

SİZİ KANUNA ŞİKAYET EDERİZ
Kul hakkına özen gösteren Sultan Süleyman, bu konuya duyduğu titizlik nedeniyle "Kanuni" lakabını almıştır.

Budin Seferinden dönen ordu, yolların darlığı sebebiyle tarlalardan geçmek zorunda kalmıştı. Bu sırada bir köylü, elindekini padişahın atının geçtiği yere fırlatınca at ürkmüş, köylü de yakalanarak padişahın huzuruna getirilmişti.

Sultan Süleyman köylüye:

-Derdin nedir de böyle yaptın? diye sorunca, köylü:

-Biz fakir köylüleriz. Askerlerinizden bazıları, bizim yeni ektiğimiz tarlalardan geçtiler. Ya bu zararı ödersiniz, ya da sizi şikayet ederim. demiş.

Bunun üzerine Kanuni köylüye:

-Peki bizi kime şikayet edeceksiniz? diye sormuş. Köylü:

-Siz Kanuni değil misiniz? Sizi kanuna şikayet ederiz. deyince Sultan Süleyman çok memnun olmuş ve hemen köylülerin zararlarını hesaplattırıp zararı ödemiş.

DÜŞMANIN SİLAHINA AYNI SİLAHLA KARŞILIK VERİN
Mısır'ın fethinden sonra esir Memluk kumandanlarından Kayıtbay Yavuz Sultan Selim'in huzuruna getirilmişti. Aralarında şöyle bir konuşma geçti:

"- Söyle bakalım Kayıtbay, cesaret ve kahramanlığın ne işe yaradı?"

"- Cesaret ve kahramanlığım hâlâ var ey Sultan! Yalnız, bize ne yaptıysa ordunuzdaki toplar yaptı!"

"- Anlamadım!.."

"- Berberilerden biri, Venedik'ten top getirerek bize satmak istemişti de, Peygamberimizin, "ok ve kılıç kullanın" şeklindeki emrine aykırıdır diye satın almamıştık. O satıcı bize, "Yaşayan görecektir ki, memleketiniz top yüzünden elinizden çıkacaktır" demişti. Meğer doğruyu söylemiş!"

"- Din kaidelerine böylesine bağlı idiniz de, Allah'ın, "Düşmanın silahına aynı silahla karşılık veriniz" emrine neden uymadınız? Bilmez misiniz ki, "Ok ve kılıç kullanın" demek "Başka silah kullanmayın" demek değildir. O zaman o silahlar varmış, şimdi de bu silahlar var!"

Kayıtbay başını önüne eğdi ve sustu.
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

Asker Cizre yolunda! ÖNLEM ALMAK ŞART! ALLAH ASKERİMİZİ KORUSUN!

Mardin’in Nusaybin ilçesi istikametinden gelen ve çok sayıda ’Kirpi’ adı verilen askeri personel taşıyıcı araçların içinde bulunduğu araç konvoyu geniş güvenlik önlemleri altında Şırnak’ın Cizre ilçesine ulaştı.

Nusaybin ilçesinden gelen zırhlı araç konvoyu geniş güvenlik önlemleri altında Cizre Tank Taburu’na geçti. Diyarbakır tarafından geldiği belirlenen yaklaşık 30 zırhlı araç ve 20’ye yakın otobüsün bulunduğu askeri konvoy yoğun güvenlik önlemleri altında ilçeye girerken, konvoya olası uzaktan kumandalı saldırıya karşılık sinyal kesici tabir edilen “Jammer” araçları da eşlik etti. Askeri araçlar geniş güvenlik önlemleri altında yeni çevre yolu üzeri istikametinden Cizre Tank Taburu’na giriş yaptı.
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

Elektrikle çalışan "Ekolojik Türk Otomobili" ürettiler!

Balıkesir'de iki mühendisin yaklaşık 8 aylık çalışmanın ardından elektrikle çalışan "Ekolojik Türk Otomobili" (ECTO) adını verdikleri 250 kilogram ağırlığa sahip araç, 1,60 liralık elektrikle 60 kilometre gidebiliyor ve 6 saatte şarj edilebiliyor.

Aracın mucitlerinden metalürji ve malzeme mühendisi Çağatay Hergül, AA muhabirine yaptığı açıklamada, dünyada yeni trendin, elektrikli yenilenebilir enerji kaynağı kullanan ulaşım araçları olduğunu söyledi.

Buradan çıkışla özellikle evlere paket sıcak yemek servisi gibi hafif kargo taşımacılığında kullanabilecek, motosikletlere alternatif bir araç imal etmek üzere harekete geçtiklerini anlatan Hergül, "ECTO'yu da bu sebeple tasarladık. Bu araç ticari amaçla kullanılan motosikletlere bir alternatif. Nasıl bir alternatif? Çok daha güvenli. Ticari maliyetleri ve riskleri minimuma indiriyor. Özellikle kurye işinde minimum maliyetle, ürünlerin iletilebileceği bir aracı sunduk" dedi.

Aracın tasarımcılarından elektrik ve elektronik mühendisi Murat Güngör ise bir hayali gerçekleştirdiklerini belirterek, şunları kaydetti:

"Çıkış noktamız fosil yakıta alternatif bir elektrikli araç üretmekti. Kalabalıklaşan şehirlerde hem ticari hem bireysel kullanım için bir projeye giriştik. Çok güzel ve özel bir ülkede yaşıyoruz. Bu araç tamamen Edremit koşullarında üretildi. Yaklaşık 1 lira 60 kuruşluk bir elektrik tüketimine sahip. Tam şarj ile 60 kilometre civarında yol yapabiliyor. Saatte 55 kilometre gibi kalabalıklaşan şehirlerde yeterli olabilecek bir hıza sahip. Şu anda Ar-Ge çalışmalarını yaptığımız bir aracımız daha var. Bu araç da engelli vatandaşlarımıza hizmet verecek."

Güngör, 250 kilogram ağırlığındaki araçlarının 5 beygirlik küçük bir motorunun bulunduğunu ifade ederek, "Hafif kargo ile paket pizza, hamburger gibi sıcak gıda ürünlerinin taşınmasında kullanılabilecek bu ürünümüz için bugünden sipariş almaya başladık. Patent başvurumuzu yaptık. Bizden seri üretim yapmamızı isteyenler var ancak bizim tek şartımız aracı Balıkesir'de üretmek. Balıkesir'de, Edremit'te üretmek istiyoruz" diye konuştu.

Araçlarında 5 noktalı emniyet kemerine sahip koltuğuyla konforu unutmadıklarını dile getiren Güngör, "İstenirse solar kapalı devre şarj sistemi ile güneş ışınlarıyla şarjla aracın menzili uzatılabiliyor. 220 volt şebeke elektriği ile hiçbir özel aparata gerek kalmadan 6 saatte tam şarj olan araç şehir içi kullanımlar için dizayn edildi" dedi.AA
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

Bütün Türkiye 3 Şehidine de etnik kökenine bakmadan ağlıyor, Beddualar pkkya!

Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’nde PKK’lıların silahlı saldırısında şehit olan 3 askerden jandarma er 20 yaşındaki Yunus Yılmaz, memleketi Bingöl’ün Karlıova İlçesi Dörtyol Köyü’nde Kürtçe ağıtlar ve gözyaşları arasında toprağa verildi.
Yüksekova’da dün PKK’lıların silahlı saldırısında şehit olan 3 askerden jandarma er Yunus Yılmaz’ın cenazesi Van’da yapılan törenin ardından helikopterle memleketi Bingöl’ün Karlıova İlçesi’ne getirildi. İlçe Jandarma Komutanlığı’na inen helikopterden alınan şehit Yılmaz’ın cenazesi uzun araç konvoylarıyla birlikte ilçeye 12 kilometre mesafedeki Dörtyol Köyü’ne götürüldü. Evlere Türk bayrağı asılan köyde köylüler, şehidi gözyaşları arasında karşıladı.

Şehit Yunus Yılmaz’ın cenazesi köy mezarlığına götürülerek burada cenaze namazı kılındı. Cenaze törenine Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Bingöl Valisi İbrahim Taşyapan, Karlıova Kaymakamı Levent Yetkin ile şehidin ailesi ve yaklaşık 1000 kişi katıldı. Tören sırasında şehidin babası Saim Yılmaz, baygınlık geçirdi. Baba Yılmaz’a köyde bulunan sağlık ekipleri müdahale etti.

Şehidin annesi Aysel Yılmaz ile 4 kardeşi sinir krizleri geçirirken, güçlükle sakinleştirildi. Yakınları sık sık Yılmaz’ın tabutuna sarılarak Kürtçe ağıtlar yakıp, gözyaşları dökerken tabutun başından güçlükle ayrıldılar.
http://sozcu.com.tr/
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

Erzurum'da Ülkü Ocakları ve Alperen Ocakları, Hakkari'de şehit edilen askerler için yürüdü!


Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde dün PKK’lı teröristlerin uzman çavuş Ramazan Gül ile erler Yunus Yılmaz ve Ramazan Köse’nin şehit edilmesine tepki gösteren Ülkü Ocakları ve Alperen Ocakları üyeleri bugün öğle saatlerinde merkez Yakutiye ilçesindeki Cumhuriyet Caddesi’nde toplandı.



Yaklaşık 200 kişilik grup, ‘Şehitler ölmez vatan bölünmez’, ‘Apo’nun piçleri yıldıramaz bizleri’ sloganları atarak 1 kilometre uzaklıktaki Havuzbaşı’na yürüdü.

Grup buradaki Atatürk Heykeli önünde İstiklal Marşı okuduktan sonra dağıldı.
DHA
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

AKP çözüme devam ededursun: Terörist Karayılan 'Mahalleleri ele geçirin' talimatı verdi.

PKK'nın Kandil Dağı'ndaki yöneticilerinden Murat Karayılan, Türkiye içindeki teröristlere telsizle "Mahalleleri ele geçirin" talimatı verdi.

Karayılan'ın talimatının ardından PKK'nın şehirlerdeki asayiş birimi Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H) tarafından Şırnak'ın Cizre İlçesi'ndeki Nur ve Sur mahallelerinde halkın tüm ihtiyaçlarının kendi örgütlemesince karşılanacağı ilan edildi.

İstihbarat birimleri yaptığı teknik takip çalışmalarında Kandil Dağı'ndaki KCK Yürütme Konseyi üyesi ve Halk Savunma Merkezi Komutanı Murat Karayılan'ın Türkiye içinde bulunan PKK'lılara telsizle talimatlar verdiğini tespit etti. Karayılan 12 Ekim 2014 günü telsizden verdiği talimatta şehirlerin değil, mahallelerin ele geçirilmesini istedi. Karayılan, telsizle verdiği talimatta, "Halk kendisi hareket etsin, başkaldırıyı düşürmesin, başkaldırıya devam etsin. Toplumsal güçler ile mahallelerde kontrol sağlanmalı. Şehirleri değil mahalleleri ele geçirsinler" dedi.

CİZRE'DE UYGULAMAYA KONULDU

Murat Karayılan'ın talimatının ardından 21 Ekim günü yüzleri kapalı 150-200 kişilik YDG-H üyesi, Şırnak'ın Cizre İlçesi Nur Mahallesi'ndeki Botaş Parkı civarında toplandı. Burada yüzü kapalı bir kadın 'Yurtsever Botan halkı ve kamuoyuna' başlıklı bir bildiri okudu.

Cizre'nin Nur ve Sur mahallelerinin, halkın tüm ihtiyaçlarını kendi örgütleyeceği ve kendi karşılayacağı mahalleler ilan edildiği belirtilen bildiride, Kobani'deki direnişin örnek alınması istendi. Kürtlerin Suriye'de elde etiği kazanımların 'Kuzey Kürdistan' diye söz ettikleri Güneydoğu'da da örnek alınması istenen bildiride, "Biz bu serhildanlarla (başkaldırı) sokaklarımızı devletin kirli politikalarından temizledik. Bu kazanım korunmalıdır. Bu kazanımlar Kuzey Kürdistan'da yeni süreç başlatmıştır. Toplumun kendine özgü alanlarını oluşturmuştur" denildi.

Bildiride, "Bizim için Nur ve Sur mahalleleri özgürce yaşayabileceğimiz ve kendimiz için yaşayabileceğimiz mahalleler olacaktır. Bu temelde iki mahalleyi halkın tüm ihtiyaçlarını kendi örgütleyeceği ve kendi karşılayacağı mahalleler olarak tüm kamuoyuna ilan ediyoruz. Bu mahalleler kendi kendini yönetecektir. Botan halkına ve yurtsever kamuoyuna duyurulur" ifadeleri yer aldı.


ANKARA, (DHA)
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

Ülkücüler Hakkari'de şehit olan 3 Asker için Dua etti.

Giresun Ülkü Ocakları Başkanlı'ğının önderliğin'de Toplanan Ülkücüler Hakkari'de şehit olan 3 Asker için Yağmur Altında Dua etti.

Dün akşam saatlerinde Giresun Atatürk meydanında toplanan ülkücü gençler, yağan yağmura rağmen açılan büyük Türk bayrağı altında okunan Kur'an-ı kerimi dinlediler dua ettiler.

Giresun Ülkü Ocakları Başkanı Ertuğrul Konal yaptığı açıklamada, "Bizim 3 kardeşimiz şehit olmuştu. Onları unutmadığımızı göstermek için burada Kur'an-ı Kerim okuduk. Üzüntümüz var. Türk devletinin içinde 3 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu arkadaşımız, yol orasında, sokak ortasında şehit ediliyor. Bu, bu gün onların başına geldi, yarın benim başıma, senin başına gelir. Ülke kardeş kavgasına sokulmak isteniyor. Bunun bilincindeyiz."
Ülkemizde bir çatışma ortamı oluşturulmaya çalışıldığını anlatan Konal, şunları söyledi: "Biz bu oyunlara izin verip sokağa çıkacak değiliz. Çünkü onlar muhatabımız değil. Ancak biz sokaklara bu gün çıkmıyoruz ama yarın görev düştüğünde çıkarız. Giresunluyuz. Hiç kurtuluş görmemiş memleketin evlatlarıyız. Buna rağmen iki alay çıkarıp savaşmışız. Bu gün bir alay daha çıkarıp rahatlıkla Hakkari'ye, Şırnak'a gidebiliriz. Türk milleti her zaman nerede duracağını, ne yapacağını iyi bilir."
Yaklaşık 1 saat alanda dualar okundu, grup atılan tekbirlerin ardından olaysız dağıldı.
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

Şehit askerler için Van ve Hakkari'de tören düzenlendi!


HAKKARİ'nin Yüksekova İlçesi'nde uğradıkları silahlı saldırı sonucu şehit şehit edilen Uzman Çavuş Ramazan Gülle, jandarma er Ramazan Köse ve jandarma er Yunus Yılmaz, Hakkari ve Van'da düzenlenen törenlerle memleketlerine uğurlandı.

Van'daki törene, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz da katıldı. Yüksekova'nın Harunan Karakolu'ndan elektrik malzemesi almak için ilçe merkezine gelen Uzman Çavuş Ramazan Gülle, Jandarma Er Ramazan Köse ve Jandarma Er Yunus Yılmaz, Cengiz Topel Caddesi'ndeki bir iş merkezinin önünde maskeli teröristlerin silahlı saldırısına uğradı. Saldırıda jandarma erler; Köse ve Yılmaz, olay yerinde, jandarma Uzman Çavuş Gülle ise, kaldırıldığı Yüksekova Devlet Hastanesi'nde şehit oldu.
İLK TÖREN HAKKARİ'DE
Saldırganların yakalanması için kapsamlı soruşturma sürdürülürken, şehitler için ilk tören Hakkari Dağ ve Komando Tugay Komutanlığı'nda düzenlendi. Buradaki törene Hakkari Valisi Yakup Canbolat, Yüksekova 3'üncü Tümen Komutanı Tümgeneral Halil İbrahim Ergin, Dağ ve Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Ahmet Otal, Cumhuriyet Başsavcısı Ercan Türkol, İl Emniyet Müdürü Resul Holoğlu, İl Jandarma Komutan Vekili Jandarma Yarbay Yalçın Baysal ile askeri erkan ve kurum amirleri katıldı. Okunan duaların ardından Türk Bayraklarına sarılı tabutlar omuzlarda tasınarak Van'na gönderilmek üzere helikoptere bindirildi.
İKİNCİ TÖREN VAN'DA
Uzman Çavuş Ramazan Gülle, Jandarma Er Ramazan Köse ve Jandarma Er Yunus Yılmaz'ın tabutlarının konulduğu helikopter, Van'daki Ferit Melen Havaalanı yanındaki Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı'na bağlı Filo Komutanlığı'na indi. Tabutlar tören alanına omuzlarda getirildi. Burada yapılan törene Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, İçişleri Bakan Yardımcısı Osman Güneş, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Abdullah Atay, 2. Ordu Komutanı Orgeneral Adem Huduti, Jandarma Genel Komutanlığı Denetleme Başkanı Korgeneral Harun Ocaklı, Van Valisi Aydın Nezih Doğan, Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı Korgeneral Abdullah Barutçu, kurum amirleri ve bazı yakınları katıldı.
Şehitlerin özgeçmişlerini okunması ardından, İl Müftüsü Nimetullah Arvas tarafından dua okundu. Konuşmanın yapılmadığı törende şehitlerin tabutları bir süre omuzlarda taşınarak 2 ayrı uçağa bindirildi. Artvin'in Borçka İlçesi nüfusuna kayıtlı Jandarma Er Ramazan Köse bir uçağa, Konya'nın Çeltik İlçesi nüfusuna katıltı Jandarma Uzman Çavuş Ramazan Gülle ile Bingöl Karlıova nüfusuna kayıtlı Jandarma Er Yunus Yılmaz'ın ise, diğer uçağa bindirildi. Artvin'e gidecek olan uçağın Trabzon'a, oradan da karayoluyla memleketine, diğer iki şehidin cenazesini taşıyan uçağın ise, önce Bingöl'e, ardından Konya'ya iniş yapacağı belirtildi.
MURAT ÇAĞLAR-ORHAN AŞAN-DHA
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

Atatürk'ün Türklük ile ilgili sözleri...

Bu ülke, tarihte Türk’tü bugün de Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.

Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk’ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek.

***

Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne yedi bin senelik, en aşağı bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela, korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.

***

Bir gün, ressamlar Türk’ün simasını kaybederlerse, yıldırımı alsınlar, yapıversinler.

***

Milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avı olacaklardır.

***

Hayattaki yegane üstünlüğüm, Türk doğmaktır! Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asli’yi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin.

***

Biz doğrudan doğruya millet severiz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.

***


Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir.

***

Ülkeniz sizindir, Türklerindir. Bu ülke, tarihte Türk’tü bugün de Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.

***

Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel, her şeyden evvel Türkiye’nin istikbaline, kendi benliğine, millî an’anelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.

***

Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır. Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır.

» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde silahlı saldırıya uğrayan sivil giyimli 3 asker şehit oldu.

Cengiz Topel Caddesi Ova Oteli yakınlarında sivil giyimli 3 askere silahlı saldırı düzenlendi. Ağır yaralanan 3 asker olay yerine çağrılan ambulanslarla Yüksekova Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.  
Saldırıya uğrayan 3 asker yapılan bütün müdahalelere rağmen hayatını kaybetti. Olayın yaşandığı bölgede özel harekat polisleri yoğun güvenlik önlemi aldı. 
İlçe Kaymakamı İbrahim Çenet, saldırıya uğrayanların kimliklerinin tespit edilmesi için çalışma başlatıldığını söyledi. 
ŞEHİTLERİN KİMLİKLERİ BELLİ OLDU
Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde düzenlenen silahlı saldırı sonucu şehit olan 3 askerin kimlikleri belirlendi.
İlçenin Cengiz Topel Caddesi üzerinde silahlı saldırı sonucu şehit olan 3 güvenlik görevlisinin, Yüksekova-Haruna Karakolunda vatani görevlerini yapan Uzman Çavuşlar Ramazan Köse ve Ramazan Gülle ile Er Yunus Yılmaz olduğu kaydedildi.
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

Türk Tarihinde Devlet!..

Dünya tarihinde, Türkler kadar çok ve çeşitli devlet kurmuş bir başka ulusun olmadığı, bugün artık herkesin kabul ettiği kanıtlanmış bir gerçektir. Her dönemde ve sürekli biçimde, dünyanın çok geniş alanlarına yayılan Türkler, yaşadıkları her yerde; büyük-küçük, etkili-etkisiz, kalıcı-geçici o denli çok ve değişik devlet kurmuşlardır ki, Türk tarihi bir anlamda devlet kurmanın tarihi durumuna gelmiştir. Uzun dönemler boyunca çatışmışlar, yenmişler, yenilmişler; güçlenmiş ya da güç yitirmişler; başka toplumları eritmiş ya da onlar içinde erimişler ancak hiçbir zaman devletsiz kalmamışlardır.

Devlet

Dünya tarihi bir anlamda; kurulan, genişleyen ve yok olan devletlerin tarihidir. Tarım ve iş araçlarını bularak yerleşik yaşama geçen insanlar, oluşmakta olan toplumsal yaşamı düzene sokmak, geliştirmek ve korumak için; kural koyan, koyduğu kuralı uygulatan bir güce gereksinim duydu. Devlet, bu gereksinim sonucu ortaya çıktı.

Başlangıçta toplumu oluşturanların tümünü temsil ediyor ve insanlar onda kendilerini buluyordu. Ancak, gelişen toplumsal ayrışma sonucu devlet, zamanla güçlü olanların yön verdiği bir örgüte dönüştü; siyasi, hukuksal ve askeri alanda geliştirilen yapılarla birlikte günümüze dek geldi.

Bugüne dek, kapsam ve niteliği bilinen ya da tarihin derinliklerinde yitip giden çok sayıda devlet kuruldu. Egemenlik bölgelerinde, dönemlerine olduğu kadar geleceğe de yön veren bu örgütler, tarih yapan insan eyleminin ve onun yarattığı toplumsal düzenlerin belirleyici öğeleri oldu.

Devleti kurmak, onu güçlendirmek ve bu gücü toplumsal değer yaratacak biçimde kalıcı kılmak, gelişmenin ve uygarlaşmanın ölçütüydü. Bunu başaran toplumlar ayakta kaldılar, yapamayanlar varlıklarını sürdüremediler.

Ayakta kalmak için, toplumsal düzenin ve onun somut ürünü olan devletin güçlü olması gerekiyordu. Tarih boyunca; devletin biçimi, işleyişi ve temsil yeteneği değişti ancak güce dayanan temel işlevi değişmedi. Devlet kuran toplumlar güçlenip geliştiler ya da bir başka deyişle, gelişkin toplumlar güçlü devletler kurup uzun süre ayakta kaldılar.

Batı ve Doğu Toplumlarında Devlet
Gelenekleri değişik olan Batı ve Doğu toplumlarında; devletin ortaya çıkışı, işleyişi ve niteliği konusunda da değişik gelişim süreçleri yaşandı. Batıda devlet, köleciliğe dayalı üretim ilişkileriyle birlikte ortaya çıktı. İnsanın; kendisine, doğaya ve insanlara yabancılaşmasının ilk evresi olan bu dönemde devletin amacı; “köle sahiplerini korumak, bunun için de köleleri baskı altına almak”tı. 1

Bu amaç, güç ve şiddet’in kaçınılmaz olarak ve daha işin başında, üstelik yoğun biçimde, devlete yerleşmesine neden oldu ve Batılı devletlerin niteliğini belirledi. Bu devlet önce, içinden çıktığı topluma şiddet uyguladı.

Doğu toplumlarında, özellikle de Türk toplumunda devletin ortaya çıkışı, amacı ve işleyişi; değişik koşullarda, değişik önceliklerle oldu.

Devletin oluşturduğu güç, şiddet aracı olarak, içe değil, boyun ya da kavmin haklarını korumak için dışa karşı kullanıldı; toplumun tümünün genel çıkarlarını savundu. Öncelikler arasındaki ayrım, Batı ve Doğu toplumlarında, devletin yapılanması ve işleyişi konusunda gözle görülür bir başkalığı ortaya çıkardı. Batıda; kişi, küme ya da sınıf çıkarı öne çıkarken, Doğuda toplumun genel çıkarını amaç edinen kamucu bir yönetim anlayışı devlete egemen oldu.

Devlet Kurma Becerisi
Dünya tarihinde, Türkler kadar çok ve çeşitli devlet kurmuş bir başka ulusun olmadığı, bugün artık herkesin kabul ettiği kanıtlanmış bir gerçektir. Her dönemde ve sürekli biçimde, dünyanın çok geniş alanlarına yayılan Türkler, yaşadıkları her yerde; büyük-küçük, etkili-etkisiz, kalıcı-geçici o denli çok ve değişik devlet kurmuşlardır ki, Türk tarihi bir anlamda devlet kurmanın tarihi durumuna gelmiştir.

Uzun dönemler boyunca çatışmışlar, yenmişler, yenilmişler; güçlenmiş ya da güç yitirmişler; başka toplumları eritmiş ya da onlar içinde erimişler ancak hiçbir zaman devletsiz kalmamışlardır.

Tarihin değişik dönemlerinde başka uluslar da güçlü devletler kurmuşlar ancak bunlardan hiçbiri bu işi Türkler kadar, çok yönlü, yaygın ve sürekli biçimde yapamamıştır. Macar tarihçi L. Ligeti Türkler’in devlet kurma yeteneği konusunda şunları söylemiştir: “Türk kavmi yayılmacı bir asker kavimdir. Ve bu işin tam eri ve en mükemmel örneğidir. Örgütlü gücüne, devlet kurma yeteneğine ne kadar hayran kalsak azdır.” 2

İlk Devlet
Kazım Mirşan, insanlık tarihinde devlet sayılabilecek ilk siyasi yapılanmanın On Federasyonu adıyla Türkler tarafından oluşturulduğunu ve kesin tarih verilememekle birlikte en az M.Ö.8 binlere dek gittiğini söylemektedir. İskandinavya’da bulunan ve yaşı M.Ö.4140 olarak belirlenen kemik yazıtlarında On Federasyonu’ndan söz edilmekte ve bu oluşumun çok daha eskiye gittiği anlaşılmaktadır. 3

Mirşan, On Federasyonu’ndan sonra tarihi belirlenen İkinci Türk devletinin M.Ö.16.yüzyılda (1517) de kurulan Bir-Oy-Bil üçüncü devletin de M.Ö.6.yüzyılda (522) kurulan At-Oy-Bil olduğunu, bu devletlere ait tarihlerin M.Ö.522-519’da dikilen yazılı anıtların okunmasıyla ortaya çıktığını açıklamıştır. 4

On Federasyonu, Bir-Oy-Bil ve At-Oy-Bil’den sonra kurulan Türk devleti Asya Hun İmparatorluğu’dur. Ötüken çevresi merkez olmak üzere ortaya çıkan bu devletin kuruluş tarihi kesin olarak saptanamamıştır. Bu tarihi M.Ö.8.yüzyıla dek götüren tarihçiler olmakla birlikte, ilk tarihsel belge M.Ö.318 tarihinde Çin’le yapılmış olan bir antlaşma metnidir. 5

Çinliler’in Hyungnu, Avrupalılar’ın Hun adını verdiği Türkler’in kurduğu İmparatorluk, Çin’in kuzeyinden Hazar Denizi’ne dek çok geniş bir alanı kaplıyordu. Devlet başkanlarına tanrıkut unvanı verilen bu devlet, kendisinden öncekiler gibi; boylar, kabileler ve hanlıklardan oluşan bir federasyon örgütlenmesiydi.

Hunlar

Asya Hunları’nda, tanrıkut’un buyrukları yani merkezi gücün kararları, özellikle savaş dönemlerinde kesindi. Ancak, olağan dönemlerde imparatorluğu oluşturan unsurların, iç işlerinde göreceli bir özgürlüğü vardı. M.Ö.209-174 arasında hükümdarlık yapan Mete döneminde, İmparatorluk en güçlü dönemini yaşamış ve yalnızca bu dönemde çok sayıda boy devleti imparatorluğa katılmıştı.

Hunlar, geniş bir alanda sağladıkları denge ve geliştirdikleri ticaret nedeniyle varsıllaşıp güçlenmişler ve Yarkent, Hotan, Kuca, Karaşar, Turfan, Kaşgar gibi Türk kentleri dönemin ileri uygarlık merkezleri olmuştu. Buralarda halı, kilim, keçe gibi dokuma; altın, gümüş, demir gibi maden işlemeciliği; inşaatçılık, ev eşyası üretimi, oymacılık gibi ahşap işçiliği, gelişkin birer sanayi kolu durumuna gelmişti.

Alma-Ata ’nın 50 km. doğusundaki Eşik kazılarında ortaya çıkarılan altın giysi ve altın plaklar, Altay Dağları eteklerindeki Pazırık mezar kazısında (kurgan) bulunan dört tekerlekli araba ve Baykal Gölü kenarındaki Noyun Ula kazısında bulunan yüksek işçilikli ahşap tabut, üç ayaklı masa ve ev gereçleri Hun sanatının düzeyini gösteren incelikli örneklerdir.

M.Ö.Birinci yüzyıldan başlamak üzere beylikler arasındaki çekişmeler sonucunda güç yitiren Asya Hun İmparatorluğu, önce Kuzey-Güney diye bölündü, bölünme dışında kalanlar Batıya yönelerek Batı Hun İmparatorluğunu kurdular. Güney Hun, M.S.216 yılında Çinliler tarafından yıkıldı, Kuzey Hunları ise M.S.6.yüzyıla dek varlığını korudu. 6

İskitler

Bir-Oy-Bil Devleti ile Asya Hun İmparatorluğu’nun ortaya çıktığı dönem arasında, Karadeniz ve Hazar’ın kuzeyinde Aral’a dek uzanan İskit (Saka) İmparatorluğu kuruldu. Tarihçilerin M.Ö.12.yüzyıl ile 8.yüzyıl arasında kuruluş tarihi verdikleri bu İmparatorluk, Kırım’daki son parçası Kırım İskit Devleti’nin yıkıldığı M.S.2.yüzyıla dek süren, ortalama 1200 yıllık bir siyasi birlik gerçekleştirdi.

Karadeniz ve Hazar’ın kuzeyine Orta Asya’dan gelen İskitler, buraya, en parlak dönemine M.Ö.6-4.yüzyıllarda ulaşan bir uygarlık getirdiler. Uygarlıkları, Altay ve Tanrı Dağı kültürüne dayanıyor 7ve dönemin en gelişkin sanat-sanayi ürünlerini içeriyordu. Madencilikte çok başarılı ve gelişkindiler.

Moğolistan ve Rusya sınırındaki Pazarcık, Ukrayna’da Çertomlıyk, Macaristan’daki Zöldhalompuszta’da bulunan mezarlarda ele geçen; kumaş, deri, kürk, keçe giysiler; inci ve altın işlenmiş koşum takımları, altın hayvan yontuları (heykelleri) Orta Asya sanatının en ileri örnekleriydi.

M.Ö.4.yüzyıldan sonra güç yitirerek yönetim düzeni bozulan İskitler, önce Doğudan gelen Sarmatlar’la karşılaştı daha sonra aynı kökenli Traklar ve Roksolanlar içinde eridiler ancak etkili bir kültürel kalıt (miras) bıraktılar ve M.S.2.yüzyılda tarih sahnesinden çekildiler. 8

Göktürkler

Göktürk Devleti M.S.552 yılında, Tanrı Dağları’yla Orhun Havzası arasındaki Ötüken bölgesinde ortaya çıktı ve kısa sürede hemen tüm Orta Asya boylarını birleştirerek büyük bir İmparatorluk kurdu. Sınırları Asya Hun İmparatorluğu kadar genişti ve hemen aynısıyla onun egemenlik kurduğu alanlar üzerine oturuyordu.

Özgür ve katılımcı bir yönetim biçimi geliştirmişler; bilim, sanat ve ticarette büyük bir varsıllığa ulaşmışlardı. Çinlilerin Takyu (Türk kelimesinin Çince söylenişi) adını verdiği ve Batılı tarihçilerin de (Göktürkleri diğer Türk devletlerinden ayırmak amacıyla olacak) bu adla andıkları Göktürk Devleti, bıraktığı Orhun yazıtları’yla Türk tarihinde özel bir öneme sahiptir. Göktürk Devleti’nin Türk tarihi için önem taşıyan bir başka özellik, olumsuzluk içerir ve dış karışmanın iç siyaset üzerinde yaptığı yıkıcı etkiye ilk büyük örneği oluşturur.

Göktürkler’de M.S.572’de hakan olan Tapo, Hazar’dan Japon Denizi’ne dek uzanan yaklaşık 14 milyon kilometrekarelik bu büyük ülkeyi yönetim kolaylığı sağlamak ve iç yönetim birimleri halinde güçlenmek düşüncesiyle ikiye ayırdı. İmparatorluk anlayışıyla bağdaşmayan ve Türk devlet gelenekleriyle uyumsuzluk içeren bu uygulama, Çin’in, ülkesi dışında kargaşa ve iç çatışma çıkarma politikasıyla birleşince, yeni yönetim yapılanması adına yapılan bu girişim, parçalanma ve dağılmanın aracı durumuna geldi. Yeni yapılanma’dan altmış yıl sonra Doğu (630), doksan yıl sonra da (659) Batı Göktürk Devleti yıkıldı.

Devletsiz kalarak Çin’in denetimi altına giren Göktürk halkı, kısa bir süre sonra ayaklandı ve 682’de Göktürk Devleti’ni yeniden kurdu. Kurucu önderin adından esinlenerek, Kutluk Devleti de denilen son Göktürk Devleti, M.S.745’e dek varlığını sürdürdü. 9

Göktürk Uygarlığı

Göktürkler; tarım, tecim, kentleşme, sanat yapıları ve bilim alanında gerçekleştirdikleri ilerlemeyle gelişkin bir uygarlık yarattılar. Devlet biçiminin yön verdiği toplumsal düzen, o dönemin en gelişkin toplumunu ortaya çıkarmıştı. Yönetim biçimi, askeri yapılanma, bilim ve eğitimin örgütlenmesi konularında sağlanan gelişme, yalnızca dönemine değil, geleceğe de örnek oluşturacak nitelikteydi.

Göktürkler devlet yönetiminde katılımcı uygulamalar geliştirdiler, okullar açtılar, tarım ve sanayi üretimini çeşitlendirdiler. İpek Yolu’nu denetim ve güvenlik altına alarak ticareti geliştirdiler ve büyük bir varsıllık yarattılar. Bu varsıllık Kül Tigin yazıtlarında şöyle dile getirilmişti: “O zamanda, uşakların bile uşakları, hizmetçilerin bile hizmetçileri olmuştu.” 10

Göktürkler’in bıraktığı gelişkin bir edebiyat diliyle yazılmış olan anıtsal yazıtlar, döneme ait bilgileri günümüze ulaştıran çok değerli belgelerdir. Eski Türk abecesiyle (alfabesiyle) yazılan Orhun ve Yenisey yazıtları, iyi işlenmiş bir yazı diline sahiptir ve kimi değişikliklerle Türkiye Türkçesinde hala yaşamaktadır.
Bilge Kagan, Tanyukuk ve Kül Tigin yazıtları, Göktürk yazılı edebiyatının örnekleri olduğu kadar; toplum düzenini, yönetim işleyişini, uluslararası ilişkileri ve kültürel öncelikleri açıklayan belgelerdir. Yazıtlar; Doğu Göktürk Devleti’nin Çin tarafından içten çökertilmesini, tutsaklık dönemi acılarını, kimi yöneticilerin halka ihanetini, yabancılaşmayı, kurtuluşu ve yeni kuruluşu anlatırlar.

Anlatımlarda, devlete ve Türk ulusuna duyulan güven dikkat çekicidir. Şunlar söylenir: “Dişliye diz çöktürdük, başlıya baş eğdirdik... Savaştık ve her şeyi yeniden elde ettik... Babalarımızın, dedelerimizin kazanmış olduğu halkın adı sanı, yok olmasın diye... Ölesiye çalıştım... Ey Türk Oğuz beyleri, ey millet, dinleyin. Üstte gök çökmezse, altta yer delinmezse, ülkeni ve devletini artık kim bozabilir.” 11

Kudirge, Kuray, Gökbulak ve Işık-kul kazılarında ele geçirilen değişik yapıtlar, dönemin en gelişkin örnekleridir. Altın, gümüş ve demirden kemerler, kumaş ve aynalar, taş ve mermer yontular, ıslık sesi çıkaran oklar, kullanışlı olduğu kadar süslü vücut zırhları, altın kabartmalar v.b., bu kazılarda bulunan son derece gelişkin ürünlerdi. Tuva bölgesinde bulunan sekizgen planlı tapınak, türünün en çarpıcı örneklerinden biridir. Türk yontu sanatının özgün yapıtları olan balballar’ın en çoğu ve en nitelikli olanları, Göktürkler’den kalmış olanlardır. 12

Tarihe yaptıkları etki kadar sayıları da çok olan Türk devletlerini, birbirini etkileyen süreçler halinde ve tarihsel bütünlük içinde incelemek başlı başına ele alınması gereken güç bir konudur. Türkler, kendi toplumlarını yöneten devletlerden ayrı olarak, başka toplumları da, üstelik uzun süre yöneten çok sayıda devlet kurmuşlardır.

Yönetimde Katılımcılık

7.Yüzyıldan sonra kurulan Türk devletlerinde yönetim işlerine, nitelikli yöneticilerin yanı sıra onların koruma altına aldığı düşünürler ve yetiştirdikleri öğrencileri de katıldılar. Bu durum, Türk yönetim geleneğinde var olan katılımcılığı, etnik ve dinsel hoşgörüyü daha da geliştirdi.

Devlet, evrensel değerlere sahip, geniş düşünceli, aydın insanlar tarafından yönetildi. Birçok yörede Türk olmayan halk, toplumsal yaşamda denge sağlayan, geleneklerine ve inancına baskı uygulamayan Türk yönetimini isteyerek kabullendi. Barışçı bir ortamda, onlar Türkler’i, Türkler de onları etkiledi ve bu etkileşim o dönemde dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir uygarlık geliştirildi. Hindistan’dan Avrupa’nın ortalarına dek genişleyecek olan Türk devletleri bu birikim üzerinde gelişip güçlendiler.

Türk Devletlerinde Öne Çıkanlar
Erken Türk devletleri On Federasyonu, Bir-Oy-Bil, At-Oy-Bil ile Asya Hun İmparatorluğu, İskit İmparatorluğu ve Göktürk İmparatorluğu’ndan başka kurulmuş olan Türk devletleri (benim saptayabildiğim) yalnızca isim ve tarih olarak şunlardır: Batı Hun İmparatorluğu (M.S.100-376), Asya Avar İmparatorluğu (yaklaşık M.S.250-552), Avrupa Hun İmparatorluğu (375-453), Avrupa Avar İmparatorluğu (565-835); Çin’de kurulan Topa Türk Devleti (386-557) ve Şato Türk Devleti (884-951); Hindistan’da kurulan Gazneli Devleti (1001-1148), Türk-Hint Kölemen Devleti (1206-1290), Kılciler (1290-1320), Tuğluklar (1320-1388), Seyitler ve Lodiler (1388-1527), Babür Devleti (Türk-Hint İmparatorluğu) (1527-1857); Orta ve Batı Asya’da kurulan Akhunlar (420-557), Türkeşler (690-766), Karluklar (760-932), Oğuz Devleti (Dokuz Oğuzlar) (646-790), Hazar Türk İmparatorluğu (602-1016), Bulgarlar (yaklaşık 550-1237), Uygur Devleti (745-1368), Peçenekler (yaklaşık 872-1091), Kıpçaklar (yaklaşık 1076-1210), Kırgız Devleti (840-920), Samanoğulları Devleti (874-999), Karahanlılar Devleti (840-1211), Kara Hitaylar (1125-1218), Büyük Selçuklu İmparatorluğu (1038-1194), Anadolu Selçuklu Devleti (1077-1308), Harzemşahlılar Devleti (1077-1231), Karakoyunlular Devleti (1375-1468), Akkoyunlular Devleti (1402-1502), Timur İmparatorluğu (1368-1501), Osmanlı İmparatorluğu (1299-1922). 13

Günümüzdekiler
Varlıklarını yitirmiş olan bu devletlerden ayrı olarak günümüzde Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan, Azerbeycan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bugün yaşamakta olan diğer Türk devletleridir.

Geçmişte kalan ya da günümüzde varlığını sürdürmekte olan bu devletlerin sayısı ve kapsamı, okuyucuya Türkler’in devlet kurma yeteneği konusunda açık bir fikir verecektir.

Ancak, yukarda belirtilen devletler ve bunların oluşturacağı birikim, bu eylemin tarihsel boyutunu gerçek anlamda yansıtmada yeterli olmayacaktır. Çünkü Türkler, kendilerine ait olan bu devletlerden ayrı olarak tarihe başka milletler adına kaydedilmiş olan birçok devletin kuruluşunda yer almışlar ve bunların gelişip güçlenmesine belirleyici biçimde yön vermişlerdir.

Yeterince Bilinmeyenler
Anadolu’nun ilk uygarlıklarından olan ve Troas bölgesinde (Çanakkale civarı) kurulan Truva Devleti’nin bir Türk Devleti olduğu, tarihçilerin eskiden beri ileri sürdükleri bir görüştür. Bunlardan biri, 14.yüzyıl tarihçilerinden Venedikli Andren Dandolo, Türkler’in anayurdunun “Hazar Denizi’nin arkası” olduğu, “Yunanlılara yenilen Troyalılar’ın oraya geri gittiklerini” ileri sürer ve Türkler’i “Troyalılar’ın torunları olduğu için”, Avrupa’nın “iç düşmanı” sayar.

Dandolo, Troyalılar’ın Türklüğü konusunda şunları söyler: “Türkler’in yurdu Hazar Denizi’nin doğusunda yer alır. Kökenleri Trova’nın baş kralı olan Troilus’un oğlu Türk’e kadar uzanır. Bilindiği gibi Troilus kentinin (Yunanlılarca y.n.) elegeçirilmesinden sonra birçok Truvalıyı arkasına alıp bu bölgeye gitmişti.” 14

Bazı tarihçiler ise Truvalılar’ı, hem Türklerin hem de Romalıların atası kabul eder. 15 Katalonyalı Pero Tafur, İstanbul’un fethi nedeniyle “Türkler elbette Truva’nın öcünü alacaklardı” 16 der. Benzer bir yorum Yunan tarihi kayıtlarında, İstanbul’un fethi kastedilerek, “Türkler Yunanlılar’a Truva’da yaptıklarını ödettiler” biçiminde yer aldı. 17

Yunanlı tarihçi Mikhail Apostolis, kitaplarında “Türk” sözcüğünü “Törk” olarak değiştirir ve İstanbul’un düşmesiyle “Truvalılar’ın hiç kuşku duyulmayacak biçimde geri döndüğünü” söyler. 18

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan sonra Troya kenti yıkıntılarına gider ve orada şunları söyler: “Allah uzun yıllar sonra bu kent ve sakinlerinin intikamını almayı bana bahşetti... Geçmişte buraları Yunanlılar, Makedonyalılar, Teselyalılar, Pelopenezlilerce kırılıp geçirilmişti; aradan bunca zaman geçtikten sonra, bunların o dönemde ve sonrasında sık sık haksızlık ve zulum yaptıkları Asyalılar’ın öcünü, onların torunlarını cezalandırarak aldım.” 19

Benzer söylemleri, 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da Atatürk de söyler ve Yunan ordusunu yendiğinde, “Troya’nın intikamını aldık” der. 20

“Türk Olmayan” Türk Devletleri
Troya üzerinde bu denli durulmasının nedeni, tarihin eski dönemlerinde yer alan ve Türklerle herhangi bir ilişkisinin olamayacağı sanılan bir konuda bile, karşımıza umulmayacak biçimde Türkler’in çıkmasıdır. Tarih iyi incelenirse; konu devlet ve uygarlık kurma, geliştirme ve yaymaya geldiğinde, Türkler’le karşılaşmamanın neredeyse olanaksız olduğu görülecektir.

Örneğin, Cengiz Han’ın kurduğu devlet tarihe Moğol İmparatorluğu olarak geçti. Ancak, Moğol İmparatorluk ordusunun yüzde 90’ı Türk unsurlardan oluşuyordu. 21 En güçlü Arap devletlerinden Abbasi İmparatorluğu’nda durum pek ayrımlı değildi. 22 M.S.868-905 yılları arasında Suriye ve Mısır’da egemenlik kuran Tolunoğulları, 935-965 arasında yaşayan Akşit Devleti ile 1250’den 1517’ye dek Mısır’a egemen olan Memlük (Kölemen) Devleti’ni, Eyyubiler tarafından tutsak edilen Türk askerler kurmuştu. 23

Tolunoğulları Devleti’ni kuranlar Dokuz Oğuz Türklerinden Tolon’un oğlu köle komutan Ahmet’ti. 24 Tarihçilerin bir İran devleti saydığı Safevi Devleti’ni (1501-1732) Türkmenlere dayanarak kuran Şah İsmail bir Türktü ve hanedanlığının kullandığı dil Türkçeydi. 25

Osmanlılar, devleti geliştirip güçlendirme konusunda daha değişik bir yöntem izlemişler, devletin asker ve bürokrat gereksinimini, Hıristiyan çocuklarını devşirip, onları dilediği biçimde eğiterek karşılamışlardı. 26

Koşulların Yarattığı Gelenek
Türkler’in devlet kurma’da somutlanan örgütlenme becerisi, içinde yaşadıkları maddi koşulların ve dünyanın büyük bölümüne ulaşan göç eyleminin kazandırdığı (kazandırmak zorunda olduğu) bir yetenektir.

Göçebelik diye hor görülen ve uygarlıktan yoksunluk göstergesi sayılan mevsimlik yer değiştirmelerle, büyük göç olayları birbirinden çok ayrı eylemlerdir. Dünyadaki tüm toplumlar, aynı Türkler gibi, hayvancılık dönemi’nden geçmişler ve değişik sürelerle göçebe olarak yaşamışlardır. Ancak, hiçbir toplum Türkler kadar dünyaya yayılan, onu etkileyen, geniş kapsamlı ve büyük göç olayları gerçekleştirememiştir.

İklim ya da başka doğasal olaylar, bir zamanlar yaşama son derece elverişli Orta Asya’yı çölleştirmiş ve Türkler’i anayurtları olan bu topraklardan ayrılmaya zorlamıştır. Bu ayrılış; son bireyine, araç ve hayvanına, ev gereçlerine, üretim araçlarına dek, bir boyun, kavmin ya da ulusun, tüm varlığıyla bir başka yere gitmesidir. Bu gerçekleştirilmesi çok güç ve çekinceli bir iştir.

Çekincelerle (tehlikelerle) dolu uzun yollardan bilinmez yerlere gitmek, oralarda dağılıp parçalanmadan varlığını korumak, yitip gitmemek ancak ve yalnızca güçlü olmak, dayanışma içinde bulunmak ve iyi örgütlenmekle olanaklıdır. Bu ise; üretim teknikleri, askeri teknoloji ve toplumsal disiplin alanlarında; gidilen yerlerden daha ileri olmayı, değişimciliği ve yenilikçiliği gerekli kılar. Bu gereklilik, örgütlenme yeteneğini ve çevreye uyum becerisini geliştirir, güçlü olmayı zorunlu kılar.

Devlet Kurma Uzmanları
Türkler, bu beceriyi kazandıkları oranda, kimliklerini koruyup başka topluluklar içinde varlıklarını sürdürmüşler; başaramadıkları oranda, eriyip yok olmuşlardır. Yokolmaya her zaman açık olan göç eylemi, özgürlüklerine düşkün Türkler’i, bunu korumanın zorunlu koşulu olarak, devlet kurmanın ve onu güçlü kılmanın uzmanları durumuna getirmiştir.

Onlar için, ayakta kalmanın ve varlıklarını sürdürebilmenin başka bir yolu olamazdı. Nitekim Türk tarihindeki tüm yükseliş ya da çöküş süreçleri, devletin güçlenme ya da güçsüzleşme dönemleriyle birlikte ortaya çıkmıştır.

Göçler nedeniyle olağanüstü önem kazanan devlet ve ordu, binlerce yıl bu eylem içinde olan Türkler için, yaşamlarıyla bütünleştirdikleri kutsal varlıklardır. Bu varlığa bağlılık, toplumsal kimliğin vazgeçilmez öğesidir. Ortak iradeyi oluşturan değerler düzeninin en üstünde yer alan ve geçmişten gelerek toplumsal bir gelenek biçiminde etkisini bugün de sürdüren bu bağlılık, Türk toplumlarına özgüdür ve tarihsel bir ayrıcalık durumundadır. Batıda kölecilik’le başlayan devlet, toplumu oluşturan insanların büyük bir bölümünü (köleleri ve köylüleri) şiddetle ezen bir gücü temsil ederken, Türkler’de millet (budun) varlığını koruyan, toplumun tümünü temsil eden, kamusal bir örgüt olarak ortaya çıkmıştır.

 1  “Toplumbilim Sözlüğü” O.Hançerlioğlu, Remzi Kit., 1986, sf.94
 2  “Bilinmeyen İç Asya” L.Ligeti, Atatürk Kül.Dil ve Tar. Yük. Kur., Türk Dil Kur.Yay., Ankara 1986, sf.34
 3  “Erken Türk Devletleri ve Türük Bil” K.Mirşan MMB–1999, sf.32
 4  a.g.e. sf.32–33
 5  Büyük Larousse, Gelişim Yay., 9.Cilt, sf.5423
 6  “Tarih I–Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas. 2000, sf.64–65
 7  Büyük Larousse, Gelişim Yay., 10.Cilt, sf.5794
 8  a.g.e. sf.5793
 9  “Tarih II–Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas. 2000, sf.46
 10  “Osmanlı Toplumsal Düzeni” Prof.Dr.Taner Timur, İmge Yay., 3.Baskı 1994, sf.43
 11  “Unpublished Translation” Prof. Reşit Rahmetî Arat, sf.661
 12  Büyük Larousse, Gelişim Yay., 8.Cilt, sf.4680
 13  http://www.cankaya.gov.tr / fars.htm – “Türk Tarihinin Ana hatları” Kaynak Yay., sf.371–491–“Tarih II” Kaynak Yay., sf.37–64 ve Büyük Larousse Gelişim Yay.
 14  “Chronica Per Extensum Descripta” ın E.Pastorelle (-d) Rerum Halicarum Scriptores, Cilt XII, Botonya 1932, ak. S.Yerasimos “Türkler” Doruk Yay., 2002, sf.22
 15  “Hınerario de la Gran Militia ala Pavese” in Histories des Croisades, Cilt V. Sf. 658, ak., a.g.e. sf.23
 16  “Andanus e viajes de Fero Tafur por diversas parkes del mundo avido” Madrit, 1874, sf.168, a.g.e. sf.23
 17  “Historia Turcorum f 60d., Khronikon peri ton Tourken Soultanon Kata ton Ververinon ellenikon kodhika” III, Atina 1957; ak. a.g.e. sf.23
 18  “History of Mehmet the Conqueror by Kritovoulos,” ak. a.g.e. sf.23
 19  “Türkler” Stéphane Yerasimos, Doruk yay., 2002, sf.23
 20  Prof.Fahri Işık, “Avrupa’nın İnanası Gelmiyor”, Oktay Ekinci, Cumhuriyet 10.12.2002
 21  “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas., 1996, sf.109
 22  “Büyük Larousse” İletişim Yay., 1.Cilt, sf.13
 23  a.g.e. 13.Cilt, sf.7987
 24  “Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin Yay., 1995, 1.Cilt, sf.1324
 25  a.g.e. 16.Cilt, sf.10034
 26  a.g.e. 5.Cilt, sf.3117


Metin AYDOĞAN21 Ekim 2014
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «