SAMSUN

Galip Erdem'in Milliyetçilik üzerine söylediği sözler...

Hepimizin bildiği, yine de çoğumuzun unutur göründüğü bir gerçeği hatırlatmanın tam zamanıdır. Milletimizin düşmanları, hem sayıca çokturlar, hem de güçlüdürler. Nasıl bir dünyada yaşadığımızı düşünürken, aklımızdan hiç çıkmaması gerektiği halde, düşmanlarımızın varlığını ve gücünü hesaba katmıyor gibiyiz. Unuttuklarımız arasında varlığımızın başlıca şartı saydığımız «MİLLÎ BİRLİK ve BERABERLİK» en başta geliyor.
* * *
Özüne yabancılaşan bir milletin hiçbir sahada ilerlemesinin mümkün olmadığını unutmayız. Teknik gelişmeleri benimserken, millî kültürümüze bağlanmanın bir milliyetçilik şartı olduğunu, en ziyade kalkınmış ülkelerin, millî kültürlerinden kopmadıklarını biliriz.
* * *
Horlanan değerlerimizin başında, hiç şüphesiz Türkçemizi ele almak zorundayız. Türk dili, batı dillerinin istilâsına uğramıştır. Öyle ki Cumhuriyet öncesinin yanlış tutumu, Arapça ve Farsça kelimelerin dilimize doldurulması büyük bir şuursuzluk örneği olarak gösterilirken, batı dillerinden gelen binlerce kelime hiç sıkıntı çekmeden ve maalesef çoğu zaman yetkili makamların yardımı ile dilimize yerleşmiştir. Kesin bir rakam vermenin imkânsızlığını belirttikten sonra, 900 yıl boyunca Türkçemize giren yabancı kelimelerin sayısı, Cumhuriyet dönemi içinde alınan ve resmî yazışmalarda kullanılan kelime sayısından çok fazla değildir. Türkçemiz, sorumluların niyetini münakaşa etmeden söyleyelim: Halkın dili olmaktan çıkmış, Osmanlı çağı dilinin «Avrupacası» haline gelmiştir.
* * *
İkibin yıllık bilinen millet hayatımızın her döneminde yalnız askerlik sahasında değil, ilim ve kültür, sahasında da büyüklüğümüzü tanımanın gururunu taşıyoruz. Batı kültür değerlerinden çoğunun, milletimize ters düştüğünü bilmekteyiz. Ahlâk ve faziletimizi kaybetmemek için özümüze yabancılaşmamak zorundayız.
* * *
Türkçülük ülküsü, teb'a ve din birliğinin yalnız başına artık önem taşımadığını, millet birliğinin diğer bütün değerlerin üstüne çıkarıldığını görmekten, yaşamaktan ve denemekten doğmuştur.
* * *
Bulgar devletini Bulgar Türkleri kurmuştur. Ancak İslâv çoğunluğu arasında erimiş, hem dillerini, hem de fizikî özelliklerini kaybetmişlerdir. Belki tuhaf gelecek ama, en doğru ifade, bugünkü Bulgarlar'ın aslında Bulgar olmadıklarıdır!
* * *
Milletler, meydana geliş dönemlerinde belli bir ırk temeline dayanmalarına rağmen, başlangıçtaki ırk birliğini koruyabilmişler midir? Kesin bir hükme varmanın yanlış ve sakıncalı tarafları olacağını hiç unutmamakla beraber, tarihin öğrettiklerine bakarak, şunu söylemek gerçeğe en ziyade yaklaşan bir görüştür: Millet hayatının özellikleri başlangıçtaki ırk birliğinin korunmasına, hele tam bir saflıkla korunmasına imkân vermez. Şu veya bu ölçüde bir karışma önlenemez. Çünkü her millet, tarih sahnesine çıkmasından itibaren, yakın komşularından başlayarak, birçok milletle ilgi kurar.
***
Türk Milliyetçileri kültür değişmelerinin kaçınılmazlığını bildikleri gibi, kültür sahasındaki gelişmelere de elbette taraftardırlar. Ancak millî kültür mayamızın korunmasını, daha yüksek kültür değerlerine ulaşmanın öz kaynaklarımızı geliştirme şartına bağlı olduğunu unutmazlar. Kültür değişmelerinin, milletimizin ve insanlığın kültürüne hizmet açısından bakılınca, tek taraflı değil, karşılıklı bir alıp verme şeklinde olması gerektiğine inanırlar.
* * *
Biz yeryüzündeki bütün Türklerin tek bir millet olduklarına inanıyoruz. Canımız öyle istediği için değil, millet adını verdiğimiz içtimaî birliklerin yapısı öyle emrettiği için.
* * *
Türk Milliyetçilerinin pek çoğu, Tutsak Türk illerini görememiştir. Ama kocaman mesafeler, hayallerimizin hiç durmadan beslediği özlemleri asla yenemez. Semerkand'ı, Ötüken'i, Taşkent'i, Bakû'yu, Tebriz'i, Kerkük'ü, Üsküb'ü ve diğerlerini görmüş gibiyizdir; öylesine içimizdedirler. Alma-Atadan Kayseri'ye, Filibe'den Kars'a uzanan gönül bağlarının hazzını yaşarız.
* * *
Tuna'nın, Sakarya'dan farkı mı vardır? Tanrı Dağı, Ağrı'dan daha uzak değildir! Balkanlara gider de «Akıncı cetlerimizin ihtirasını duyamazsak» yaşadığımızdan ne anlarız?... Öfkeli çehreler, çatılmış kaşlar, suçlayan bakışlar! «Efendi, önce Türkiye'yi sev, Türkistan'ı sonra seversin!» Bendenizin cevabı «Sen de önce babanı sev, ananı sonra seversin!» Gönül fukaralığı neyse ne ama, akıl kıtlığına düşen kullarını Tanrı korusun!
* * *
Türk Milliyetçiliği, ırkçılık temeline dayanan bir dünya görüşü değildir. Başlıca; dil tarih ve kültür anlayışına bağlıdır. Yalnız böyle bir hükümden, milletimizin meydana geliş çağındaki ırki mayamızı ve hele, soy birliğini küçümsediğimiz bir manâ asla çıkartılmamalıdır..
* * *
Demokrasi, hürriyet ve değerli sayılan diğer bütün mefhumlar, milletimizin yükselmesine ve güçlenmesine yardım ettikleri sürece saygı görürler. Fakat nifak tohumlarının yeşermesine müsait bir zemin haline gelirlerse, itibarını yitirmekten kurtulamazlar.
* * *
Yarın, seçim zamanı, milletin huzuruna, tıpkı benim gibi, utanarak çıkacaksınız. Artık, «Oylarınızı bize verin, her istediğinizi yapalım;» diyemeyeceksiniz. Deseniz bile, söylediğinize önce kendiniz inanmayacaksınız. Evet, itirazlarınızın hepsi yerindedir. İlk bakışta, «Eksik olsun böyle siyaset» diyerek, milletin müşfik sinesine dönmek en iyisi gibi gelir. Sırf şahıslarınızın şerefini korumak açısından bakıldığı zaman, en haysiyetli davranış gerçekten budur. Ama unutmayınız ki; asıl sahibine teslim edeceğiniz iktidar emaneti, belki iyi niyetli, fakat hiç şüphesiz sizden daha acemi ellere düşecektir. Çok kısa bir zaman içinde tökezleyip; yerini vermek üzere, bir başkasını arayacağı yahut milletçe yıkılacağı da doğrudur. Ne var ki, o çok kısa müddet zarfında. Türkiye'miz çok büyük şeyler kaybedebilir. Hepinizi, fedakârlığa davet ederim. «Kayıtlı ve şartlı» bir hâkimiyete razı lunuz.
* * *
Milletinize, bazı sahalarda belli kuvvetlerden izin istemeğe mecbur kalsanız bile, hizmet etmeğe devam ediniz. Sabretmesini bilirseniz, «Kayıtlı ve şartlı» hâkimiyeti «Kayıtsız ve şartsız»a çevirebilir, millî iradenin gücünü yüz yıllardır özlenen seviyeye çıkarabilirsiniz. Yeter ki, daha çok çalışın. Milliyetçiliğinizin inkâr edilemez örneklerini bol bol sunun. Milletin dertlerine çâre arayın. Gayretleriniz menfaatlarınızın korunmasına değil, milletimizin refah ve saadetine dönük olsun.
* * *
Ve en önemlisi; Türk'ün varlık davası dışında kalan meseleler yüzünden - bugünkü gibi- sonunda uzlaşmak zorunda kalacağınız kuvvetlerle karşı karşıya gelmeyin. Amma, kim olursa olsun, millî varlığımızı tehlikeye atan bir davada çatışırsanız, işte o vakit asla geri dönmeyin. Bugün iradenizi önlemek isteyen kimselere güceneceksiniz, yalnız, katiyen husumet duymayacaksınız. Çünkü onlar da, nihayet, bu aziz toprakların çocuklarıdır. Hata edebilirler. Sizin de çok hatalarınız olmuştur.
* * *
Yüreğinizdeki millet sevgisini, imkân buldukça, önünüze dikilenlere de açınız! Türk ordusunu, kuvvetinden çekindiğiniz için değil, milliyetçilik öyle emrettiği için seviniz. Onlar da sizi sevmeğe başlayacak ve millî hâkimiyeti temsil hakkında doğan gücünüze, şaşmaz bir sevgi göstermeyi öğreneceklerdir.
* * *
Fikir ayrılıklarının düşmanlığa dönüşmesine izin verilmez! Milletin varlığını kıyamete değin sürdürmek ülküsü, cümle hakların üstünde kutsal bir vazifedir.
* * *
Bir millet ancak sınır boylarında dövüşür; vatanın, imanının, soyunun düşmanlarına karşı dövüşür. Kardeş kavgası başlarsa kimin haklı olduğunu araştırmanın bile bir değeri kalmaz. Milliyetçilik iddiasını güdenler, kendi hesaplarına zararlı sonuçlar verse de, gittikçe büyüyen düşmanlığı önlemeğe mecburdurlar.
* * *
Milliyetçiliği zararlı sayan ve millet birliklerinin ortadan kaldırılmasını isteyen ideolojiler bile; kitaptan hayata, nazariyeden uygulamaya geçilince, başarısız kalmış; millet sevgisinin büyük gücüne yenilmişlerdir.
****
Allah şahittir ki, bilmem ne adasından da, darağacından da korkmuyorum; yalnız, sevgili Türkiye'me zarar gelmesinden korkuyorum. Gerçi demokrasiye bağlıyım, yaşamasını isterim; hürriyetimi de severim. Ancak milletimi, hepsinden çok severim
* * *
Memleketimin selâmetini demokrasinin nimetlerinden; milletimin istiklâlini, hürriyetlerin hazzından ve iktidar koltuğunun sıcaklığından, bin kerre üstün tutarım.
* * *
Küçümseneyim, kötüleneyim, hatta lanetleneyim ne çıkar; yeter ki, vatanımın gül yüzü solmasın, dostları ağlamasın, düşmanları gülmesin.
* * *
Bence, tek bir Türk'ün haksız yere dökülecek kanı, demokrasi adına yazılmış bütün kitaplardan daha değerlidir.
* * *
Ve elbette öyle bir gün gelecektir ki; «Milletin iradesine, -en beğenmediğimiz bir konuda tecelli etse bile-, saygılı olmanın fazileti mutlaka öğrenilecektir.
* * *
Türklüğe kötülük edenlerle elbette dövüşülecektir. Ama neyin, hangi fikrin ve nasıl bir davranışın kötülük olduğunu, hiç kimse keyfine göre tesbit edemez. Türklüğe kötülüğün gerçek ölçüsü, 
- çağımız şartlarının Türk gözüyle incelenmesinden,
- üç bin yıllık tarihimizin emrettiği icaplardan,
- dünyadaki yerimizin manasını bilmekten geçer
* * *
Aslında her insan, -düşman olmasını gerektiren özel bir sebeb yoksa- doğduğu, büyüdüğü, unutulmaz hatıralarla bağlandığı milletini sever. Bu sevgi çok tabii bir duygudur; sökülüp atılması güçtür.
* * *
Milliyetçiliği zararlı sayan ve millet birliklerinin ortadan kaldırılmasını isteyen ideolojiler bile; kitaptan hayata, nazariyeden uygulamaya geçilince, başarısız kalmış; millet sevgisinin büyük gücüne yenilmişlerdir.
* * *
Milliyetçilik; millet sevgisinden, yani sadece bir duygudan ibaret değildir. Milliyetçiliğin, sevgiden daha önemli iki şartı vardır:
A — Millet birliği halinde yaşamanın, beşer nizamı içinde, diğer bütün yaşama tarzlarına kıyasla, insan yapısına en uygun ve mutluluğa en ziyade yaklaşmamızı mümkün kılan bir yaşama tarzı olduğuna inanmak,
B — Bir milleti meydana getiren ve diğer milletlerden ayrılmasını sağlayan kültür unsurlarını korumak; geliştirmek ve yüceltmek için çalışmak!
DEVLET — Sayı: 246 – 22 Temmuz 1974 - Sayfa: 5
* * *
Sayısız denemelerle anlaşılmıştır ki, bir milletin bütün fertlerini aynı şekilde düşündürmek asla mümkün değildir. Fikir ayrılıklarına, sadece münakaşa etmek hakkı tanınır. Hiç kimse, kendisiden ayrı bir görüşe inandığı için bir başkasının yaşamak hakkını tehdit edemez. Yeter ki, değişik fikirler arasında milletin varlığına kasdedenler bulunmasın.
* * *
Milliyetçilik; en geniş manâda bir dünya görüşü, daha dar bir mânâda ideolojidir. Bir insanın milliyetçi olması için başka bir dünya görüşüne ve ideolojiye bağlanmaması şarttır. «Hümanistim ama aynı zamanda milliyetçiyim!» «Marksist - Leninist'iz ve gerçek milliyetçi biziz!» gibi sözler; bazı kere koyu bir cahillik belirtisi, çoğu zaman da milliyetçiliğe, cemiyet tarafından tanınan yüksek değeri, diğer bir ideoloji hesabına sömürmek isteğidir. Milliyetçilik yardıma muhtaç değildir; beşer nizamı ve içtimaî birliklerle ilgili dünya görüşleri ve ideolojilerin, kuyruğu durumuna sokulamaz; hele hiçbirinin gerisine atılamaz!
* * *
Türk milletini sevmekte birleşenler; birbirlerini sevmekte birleşmeğe de mecburlardır. Aksi takdirde millet sevgileri, kimsenin inanmıyacağı boş bir laftan ibaret kalır.
* * *
Türk milliyetçiliğini: «Milleti sevmek ve yükselmesi için çalışmak» tan ibaret gösterenlerin, ayrı bir dünya görüşü ve yüce bir ülkü olduğu şuuruna eremiyenlerin milliyetçi cephede yerleri yoktur!
* * *
Birbirimizi sevmemiz gerektiğinin yazılması kolaydır; fakat uygulanması güçtür. Yine de dünya nimetlerine erişmek hırsının kışkırttığı nefsimizi, yenmemizin yollarını aramalı, davranışlarımızın hesabını önce kendimize vermeliyiz. Kavganın devam etmemesi, millî birlik ve beraberlik şuurunun tam bir hâkimiyet kazanması milletimiz için bir varlık şartıdır.
* * *
Tarihe bakınız, artık yalnız adlarını hatırladığımız milletleri düşününüz. Hepsinin içlerinden yıkıldığını, önce birbirleriyle dövüşmeye başladıklarını, nihayet düşmanlarına yem olduklarını göreceksiniz. Buna karşılık, bugün izahında bile güçlük çektiğimiz büyük başarıların sahipleri, diğer üstünlüklerinden daha çok, birbirlerini sevmenin muhteşem gücünden yararlanmışlardır.
* * *
Batının, ilim zihniyeti, maddî medeniyeti ve teknik gelişmesinin dışında kalan yönlerine de hayranlıkla bağlı bulunan, milletimizi kendi ölçülerine göre yeniden eğitmeye uğraşan siyasetçiler, komünizme karşı çıksalar da Türk milliyetçilerinin hedefi sayılacaklardır.
* * *
Milliyetçilik en geniş manâda bir dünya görüşü, daha dar bir mânâda ideolojidir. Bir insanın milliyetçi olması için başka bir dünya görüşüne ve ideolojiye bağlanmaması şarttır. «Ümanistim ama aynı zamanda milliyetçiyim!» «Marksist - Leninist'iz ve gerçek milliyetçi biziz!» gibi sözler; bazı kere koyu bir cahillik belirtisi, çoğu zaman da milliyetçiliğe, cemiyet tarafından tanınan yüksek değeri, diğer bir ideoloji hesabına sömürmek isteğidir. Milliyetçilik yardıma muhtaç değildir; beşer nizamı ve içtimaî birliklerle ilgili dünya görüşleri ve ideolojilerin kuyruğu durumuna sokulamaz; hele hiçbirinin gerisine atılamaz!
* * *
Milletler, vatanlarını kaybedebilirler. Ama diğer ortak özelliklerinin sağlamlığı sayesinde varlıklarını devam ettirebilirler. Yahudiler, binlerce yıl vatansız kaldılar fakat millet oluşlarını kimse inkâr edemedi.
Türk milliyetçiliğini «Milleti sevmek ve yükselmesi için çalışmak» tan ibaret gösterenlerin, ayrı bir dünya görüşü ve yüce bir ülkü olduğu şuuruna eremiyenlerin milliyetçi cephede yerleri yoktur!
* * *
Millet, hareket edebilen bir kitledir. Oysa toprak hareketsizdir. Bir millet, şartlar zorlayınca, dünya üzerindeki yerini değiştirebilir, ama vatanın yer değiştirmesi mümkün değildir.
* * *
Batının, ilim zihniyeti, maddî medeniyeti ve teknik gelişmesinin dışında kalan yönlerine de hayranlıkla bağlı bulunan, milletimizi kendi ölçülerine göre yeniden eğitmeye uğraşan siyasetçiler, komünizme karşı çıksalar da Türk milliyetçilerinin hedefi sayılacaklardır.
* * *
Vatanın çok sevilen bir varlık olmasına, hattâ kutsal sayılmasına kimsenin bir itirazı yoktur. İnsan, vatanı için en değerli varlığını verir, hayatını feda eder. Vatan uğruna dövüşülür, ölünür. Vatan toprakları, atalarımızın, şehitlerimizin, değeri saydığımız ne varsa hemen hepsinin yattığı yerdir. Mehmet Akif'in söyleyişini dinleyin, nasıl güzel, nasıl içten : «Evliya yurdu bu toprak, şüheda yurdu bu yer - bir yıkık türbenin üstüne Mevlâ titrer».
* * *
Çağımızın en büyük kahramanlarından birini, Altaylar'ın şanlı kartalı Osman Batur'u niçin hatırlamıyorsunuz? Fotoğraflarını göstersem tanıyabilir misiniz? Altayların sarp yamaçlarında kanla yazılan muhteşem destan, size hiçbir şey anlatmıyor mu? Bombaya karşı sopa ile topa karşı bıçakla, tüfeğe karşı yumrukla dövüşüldüğünü, uçaklara kement atıldığını, masallarda olsun, hiç duymuş mu idiniz? Giap'ın mücadelesi, millî bağımsızlık içindi de, ya Osman Batur'unki ne içindi? Moskof ve Çin sürüleri arasına sıkışan, zenginlikleri yağma edilen, hayâl gücünün ulaşamayacağı işkenceler altında inletilen soydaşlarımız için ne yaptınız? Özbeklerin, Kazakların, Uygurların kutsallık acılarını nasıl paylaştınız? (DEVLET Sayı 14)
* * *
Milletimizin vatan sevgisi öylesine büyüktür ki, yabancıları bile hayranlığa düşürür. Edebiyatımız, âdeta vatan kokar. Hele Namık Kemal'le başlayan vatancılığın hızı, günümüze kadar kesilmemiştir. Vatan sevgisi üstüne yazılan şiirleri toplamak isterseniz, öylesine çoktur ki, gücünüz yetmez. Kısacası, vatan edebiyatımız zengindir. Uzun söze ne hacet, Hadîs buyruğu yetmez mi? «Vatan sevgisi îmandandır»
* * *
Olmaya ki, Türkiye'nin hayrına bir iş yapılsın. Olmaya ki, millî şuurun gençlenmesini sağlayacak bir adım atılsın. Olmaya ki, kendimize dönüş yolunda ufacık bir kıpırdanma başlasın! Düşman kuvvetler hemen harekete geçer, fesat ocakları hemen çalışır. Türk milliyetçilerinin üstüne iftira bombalan yığdırılır. Asla millî olamamış basında yayınlanan haysiyet düşkünü yaveler yetmezmiş gibi, yabancılardan yardım istenir. Amerika'nın bilmem ne gazetesinden veya İsviçre'nin bilmem ne dergisinden seçilmiş aktarmalar görürsünüz! Türk milliyetçiliğine hizmet edenlere aptalca saldırılır, milliyetçi bir davranışı gölgelemek, dünya ve memleket önünde küçük düşürmek için ne mümkünse uydurulur. Dışardaki ve içerdeki düşmanların bu konuda mutlak bir ittifakları vardır. Sayı 10
* * *
Alp Arslan Başbuğ'un tutumunda ve sözlerinde bizler için çok ibret vardır. Ne buyurmuştu: «Biz temiz Müslümanlarız. Bid'ad bilmeyiz. Allah bu yüzden halis Türk'leri aziz kıldı! «Soy şuuru ve iman derinliğindeki emsalsiz birliği öğreten bu dersi niçin unutmuşuz ve 900 yıl sonra, niçin halâ Türk-İslâmlık münakaşası yapıyoruz? Hangimiz Alp Arslan'dan daha iyi Türk; hangimiz Alp Arslan'dan daha hayırlı bir Müslümanız?
* * *
Türk soyunun «Her yıl Batı'ya doğru» koşması eğer daha önce değilse, Hunlar çağında başlamıştır ve bütün bir tarih boyunca, İkinci Viyana dönüşüne kadar hiç bitmemiştir.
Onbirinci yüzyılda Selçuk Oğullarının buyruğunda toplanan Oğuzlar, yine Batıya akın etmektedirler. Başka bir yöne gitmeleri zaten çok güçtü, hem de yanlıştı. Doğu cihetini Karahanlılar bekliyordu, Güney yollarını da Gazneliler kesmişlerdi.
DEVLET — Sayı: 246 – 22 Temmuz 1974 - Sayfa: 5
* * *
Savaşın ayrıntıları ve sonucu konusunda, 900 yıldır yazılara katacak bir sözümüz yoktur. Bozkır taktiği bilmem kaçıncı defa yine kazanmış; düşman, o sahte geri çekilmeye yine aldanmıştır. Yalnız Sultanla ilgili bir sahne var ki, hiç unutulmasın: Alp Arslan, sıradan bir er gibi, vecd içinde döğüşmekte, kendini hiç kollamamaktadır. Yanında Ay-Tekin, dayanamıyor, atından inip yer öpüyor «Sultanım diyor, İslam’a acıyorsan kendini koru. Savaş sırasında Sultan'lara yaraşan rahatlıktır.» Gazi ve şehit Alp Arslan'ın cevabı: «Ben rahatsız olmazsam Milletim rahat edemez.» DEVLET, S:269
* * *
Sağcılık milliyetçiliğin şartı mıdır? Sağcılığı batıdan gelen mânâsı ile alırsak, hiç şüphesiz böyle bir şart yoktur. Ama biz, Töremize ve dinimize yerleşmiş, destanlarımıza girmiş bir kelimeyi Avrupalılar gibi anlamak zorunda değiliz. Bu konuda gerçeğe en yakın hüküm şudur: Her milliyetçi sağcıdır; ama, her sağcı milliyetçi değildir. Her komünistin solcu, fakat her solcunun komünist olmaması gibi...
* * *
Millet, hareket edebilen bir kitledir. Oysa toprak hareketsizdir. Bir millet, şartlar zorlayınca, dünya üzerindeki yerini değiştirebilir, ama vatanın yer değiştirmesi mümkün değildir.
* * *
Malazgirt yalnız Türk tarihinde değil, bütün dünya tarihinde sayılı dönüm noktalarından biridir. Anadolu'nun kapısı Türk'e açılmıştır. Alp Arslan, buyurmuştu: «Size öyle bir vatan aldım ki, ebediyyen sizin olacaktır!» evet, bu vatan 900 yıldan beri bizimdir ve kıyamete değin bizim olacaktır. Ve şimdilik bize düşen, o kutlu zaferi armağan edenlerin hatıralarına layık olamamanın utancını yaşamaktır. Layık olabilmenin yollarını aramak ve bulmaktır: Ömrümüzü bu vatanın yücelmesi yolunda adamaktır.
* * *
Vatanın çok sevilen bir varlık olmasına, hattâ kutsal sayılmasına kimsenin bir itirazı yoktur. İnsan, vatanı için en değerli varlığını verir, hayatını feda eder. Vatan uğruna dövüşülür, ölünür. Vatan toprakları, atalarımızın, şehitlerimizin, değeri saydığımız ne varsa hemen hepsinin yattığı yerdir. Mehmet Akif'in söyleyişini dinleyin, nasıl güzel, nasıl içten : «Evliya yurdu bu toprak, şüheda yurdu bu yer - bir yıkık türbenin üstüne Mevlâ titrer».
* * *
Sayın kitap, bir kere daha, iflas bayrağını çekmiştir. Üniversite ve yüksek okullar, ilmi tecrübe ve araştırmaları çoktan rafa kaldırmış; siyasetin eteğine çoktan yapışmışlardır.
***
Aslında, çağdaş ilimlerin hangi sonuçlara ulaştığından haberleri yoktur ki, başkalarına öğretebilsinler. Zengin kaynaklara dayanan bir ideolojinin propagandacılığı daha çok işlerine gelir!
* * *
O sayede iyi para kazanırlar; omuzlarda taşınır, bol bol alkışlanırlar. İlim zahmetlidir, sağladığı dünya nimetleri yönünden verimsizdir.
* * *
Markisizim - Leninizm ve bilmem ne «izm» le beslenen gençler, Türk milliyetçiliğinin yiğit ülkücüleri dışında, biraz da büyüklerinin tutumuna özenerek, ders çalışmayı kınar; hattâ, bir burjuva gayreti sayarak, ayıplarlar! Hiçbir inceleme yapmamalarına rağmen, memleketin «Tüm sorunlar»ını bildiklerine inandırılmışlardır. Hükümlerinin doğruluğundan asla şüphe etmezler. Kitap demokrasisine de, alaylı alaylı dudak bükerler!
* * *
Türk soyunun «Her yıl Batı'ya doğru» koşması eğer daha önce değilse, Hunlar çağında başlamıştır ve bütün bir tarih boyunca, İkinci Viyana dönüşüne kadar hiç bitmemiştir.
* * *
Sayın siyaset ustalarımızın, artık tamamen ezberledikleri kitap demokrasisini öğrenmelerinin vakti gelmiştir!
* * *
Onbirinci yüzyılda Selçuk Oğullarının buyruğunda toplanan Oğuzlar, yine Batıya akın etmektedirler. Başka bir yöne gitmeleri zaten çok güçtü, hem de yanlıştı. Doğu cihetini Karahanlılar bekliyordu, Güney yollarını da Gazneliler kesmişlerdi.
* * *
Savaşın ayrıntıları ve sonucu konusunda, 900 yıldır yazılara katacak bir sözümüz yoktur. Bozkır taktiği bilmem kaçıncı defa yine kazanmış; düşman, o sahte geri çekilmeye yine aldanmıştır. Yalnız Sultanla ilgili bir sahne var ki, hiç unutulmasın: Alp Arslan, sıradan bir er gibi, vecd içinde döğüşmekte, kendini hiç kollamamaktadır. Yanında Ay-Tekin, dayanamıyor, atından inip yer öpüyor «Sultanım diyor, İslam’a acıyorsan kendini koru. Savaş sırasında Sultan'lara yaraşan rahatlıktır.» Gazi ve şehit Alp Arslan'ın cevabı: «Ben rahatsız olmazsam Milletim rahat edemez.»
* * *
Adları «büyük gazete» çıkmıştır. Sırf madde açısından bakılınca, gerçekten öyledir. Çok satarlar, çok kazanırlar; ama sırtından geçindikleri milletin temel dertlerine en ufak bir ilgi duymazlar. Daha kötüsü Türklüğün bütün değerlerini küçümser, yabancı kültür sömürücülüğünün bedava - belki de ücretli -temsilciliğini yaparlar. En fazla önem verdikleri konular arasında filân şarkıcının aşkları ile falan cinayetin hikâyeleri başta gelir. Akıllarının ermediği dâvalara küçücük beyinlerini sokmasalar, yine de bağışlanmaları mümkündür. Yazık ki, çizmeden yukarı çıkıyor, okuduklarına inanmak alışkanlığından henüz kurtulamamış insanlarımızı aldatıyorlar.
* * *
Her birini sevgi ile selâmlamalı, her birini Türk ülküsünün yılmaz yiğitleri bilip kutlamalıyız. Gerçekten ülkücü öğretmenlerin mücadelesi, diğer zümrelere kıyasla daha çetindir, daha korkuludur, daha tehlikelidir. Kış ortasında sürülmek vardır, cezalandırılmak vardır, hattâ aziz şehidimiz Cemil Doğan misalinde olduğu gibi, sonunda ölmek vardır.
* * *
Türkiye Cumhuriyetinin temel dünya görüşüne, Anayasamız ve yürürlükteki diğer kanunlar tarafından benimsenmiş eğitim ilkelerine göre bir öğretmenin, milliyetçilik yüzünden suçlanmasına imkân yoktur. Daha açık bir söyleyişle milliyetçi olmak; bir mecburiyettir. Milliyetçiliğe aykırı görüşleri öğrencilerin körpe beyinlerine aşılamak, meslekten atılmayı gerektiren ağır bir suçtur.
* * *
Öğretmen, milletini çok sevdiği, Türk çocuklarını yabancı propagandaların şartlandırmalarından kurtarmak ve öz değerlerimize bağlı tutmak için çalıştığı zaman sayın Bakanlık müthiş bir öfkeye kapılıyor, acele müfettiş yolluyor, soruşturma açıyor. Hem, ne sorular! Aslında cevap vermek bile bir tenezzüldür. Ülkücü öğretmenler de, Allah razı olsun, cevaptan ziyade ders vermiş; milletin, milliyetçiliğin, bayrağın, Bozkurt'un mânâsını öğretmişlerdir. Sürgünler, liselere yetersiz sayılıp ortaokullara yollananlardan bir kısmının, üniversite asistanlık imtihanlarına girip kazanması, sayfalara sığmayacak bir destanın, sorumluları utandıracak gülünç sayfalarıdır.
* * *
Büyük Türk ülküsünün aziz öğretmenleri! Haklı ve şerefli mücadelenizi mutlaka kazanacaksınız. Kaybetmenize imkân yoktur. Çünkü böyle bir kayıp, milletimizin sonu mânâsına gelir!
* * *
Büyük milletlerin tarihinde, olağanüstü durumlarda, bazı şartların zorlaması yüzünden, tam bir duygu ve düşünce birliğinin hüküm sürdü­ğü zamanlar vardır.
* * *
(ABD’nin) Tarihimizi bilmediklerinin, milletimizi tanıyamadıklarının ifadesidir. Ne sağlıyacaklarını sanıyorlar? Aman mı dileyeceğiz? Biz ettik siz etmeyin mi diyeceğiz? Kıbrıs’taki haklarımızdan vaz mı geçeceğiz? Mazlum milletdaşlarımızı, Rum barbarlarına peşkeş mi çekeceğiz? Sayın kongre üyeleri eğer böyle düşünüyorlarsa, yanıldıklarını en kısa zamanda göreceklerdir. Hattâ «Barış harekâtı» nın «Fetih seferi» ne dönüşmesi, Kıbrıs'ın tamamen alınması ile mümkündür. Amerikalı dayılarının kararı yüzünden Rum saldırılarının artması ve bizim yönümüzden son bir ders vermenin, açıkçası fetihten başka bir çarenin kalmaması mümkündür!
* * *
Türk milletinin unutulmaz özelliği güçlüklerin her türlüsüne alışık olmasıdır; hele yalnız bırakıldığı zamanlar, bir granit sağlamlığı içinde kenetlenmeyi bilmesidir. Millî mücadeleyi hangi şartlar altında kazandığımızı, biraz zahmet buyururlarsa sayın (ABD) kongre üyeleri de öğrenebilirler. Üç-beş satılmış bir tarafa bırakılırsa o yiğitlerin torunları olduğumuzun hatırlanmasında sayısız faydalar vardır.
* * *
Gerekirse diğer hizmetlerden kısacak ama Silâhlı Kuvvetlerimizi mutlaka güçlü tutacağız. Türk milleti, tarih boyunca, bir başkasının efendilik taslamasına izin vermemiştir. Değişmedik, yine vermeyeceğiz! Şerefsiz yaşamaktansa şerefle ölmenin güzelliğini öğreten biziz.
* * *
Esir Milletler dâvası, diğer milletlerden önce biz Türkleri ilgilendiren bir konu idi. Çünkü bugün 200 milyona ulaştıkları tahmin edilen insanların yarısı Türk’tür. Gerçi, sömürgeci devletlerin gerçeği saklamalarından ötürü esir millettaşlarımızın tam sayılarını bilmek çok güçtür. Yine de, çeşitli kaynaklardan alınan rakamların karşılaştırılması sonunda yüz milyon Türk’ün millî bağımsızlıktan, insan hak ve hürriyetlerinden yoksun bir durumda yaşadıkları söylenebilir. Milletdaşlarımız Rusya, Çin ve İran başta olmak üzere Afganistan, Irak, Suriye, Lübnan, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya devletlerinin sınırları içindedirler. Kendi öz devletlerinden, bayraklarından, varlıklarını devam ettirmek ve kültür değerlerini korumak hakkından yoksundurlar. Sömürgeciliğin zalim çarkları arasında ezilmektedirler. Seslerini kimse duymamaktadır.
* * *
Türkiye'nin esir milletler haftasına duyacağı ilgi hiç azalmamalı, her yıl biraz daha artmalı idi. Oysa, anlatılmasına sayfalarımızın yetmeyeceği kadar ince ve karışık hesaplardan ötürü, özellikle aydınlarımız, esir kardeşlerimizi hiçbir zaman hatırlamadılar, acılarının kırıntısını bile yüreklerinde duyamadılar. Ustaca hazırlanmış bir propaganda ile sahneye konan aşağılık bir oyun tutsak kardeşlerimizin sevilmesini bile suç saydırdı.
* * *
Esir Türklerle ilgilenmenin tek yolu bazı aptalların sandığı gibi, sömürgeci kuvvetlerle savaşmak değildir. Çağımız dünyasında hak aramanın başka yolları da vardır. Sadece birleşmiş Milletler Anayasası ve İnsan Hakları Beyannamesi hükümlerinin uygulanmasına çalışmak bile büyük bir hizmettir. Günümüzde hiç bir kanun bir devlete, vatandaşını ezmek yetki­sini vermemiştir. Esir milletdaşlarımızın acılarını paylaşmak, şikâyetlerinin duyurulmasına aracı olmak hepimizin boynuna borçtur. Ayrı­ca böyle bir çalışma, insanlığın tam bir barış dönemine geçmesi gerçekten isteniyorsa, son derece faydalıdır.
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

Osman Yüksel Serdengeçti ve Milliyetçilik...

Antalya Eski Milletvekilidir;
1917 yılında Antalya'nın Akseki ilçesinde doğdu. Asıl adı Osman Zeki Yüksel’dır. Serdengeçti dergisinde bu imzayla çıkan yazılarından dolayı bu soyadla tanındı. Aralarında Ahmet Hamdı Akseki, eski müftülerden Hacı Salih Efendi’nin de bulunduğu alimler yetiştirmiş bir aileye mensuptur.

 İlkokulu Akseki’de, ortaokulu yatılı olarak Antalya’da okudu. Ankara’da Atatürk Lisesi’ni bitirdi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde 2. sınıf öğrencisiyken 3 Mayıs 1944’te meydana gelen olaylara karıştığı için öğrenimi yarıda kaldı. Nihal Atsız ve Alpaslan Türkeş’le birlikte bir süre tutuklu kaldı. Serbest bırakılınca fakülteye başvurarak öğrenimine devam etmek istedi ancak kendisine izin verilmedi. Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e hitaben "Yüksek makamın alçak vekiline" sözleriyle başlayan bir dilekçe yazdı. Dilekçe’yi bakana verme cesaretini kimse bulamadı. Osman Yüksel yeniden hapishaneye gönderildi. 

Hapisten çıkınca ünlü 'Serdengeçti' dergisini çıkarmaya başladı. Pek çok sayısı toplatılan bu dergide çıkan yazıları nedeniyle hakkında çok sayıda dava açıldı ve sık sık tutuklanıp serbest bırakıldı. Başlığının altında “Allah, Vatan, Millet Yolunda” cümlesi sürekli yer alan dergideki yazılarında sık sık kullandığı “Açın kapıları Osman geliyor” sözü yeni tutuklanmalara hazır olduğunu bildiriyordu. Kendisine Serdengeçti unvanını kazandıran bu dergi, sık sık kapanması ve çıkan yazılarından dolayı çok sayıda mahkumiyet kararı çıkması nedeniyle 33 sayı çıkabilmişti. (1947-Şubat 1962) 

1952 yılında Bağrı Yanık adlı bir mizah gazetesi çıkardı. Başlığı altında “Hak yolunda bağrı yanık yolcular” sözü yer alan bu yayında inancının mücadelesini zengin esprilerle sürdürdü. 

Bir ara politikaya girdi. Adalet Partisi listesinden Antalya milletvekili seçildi (1965-1969). Batılılaşmayı protesto için meclise kravatsız giren milletvekili olarak ün kazandı. Partisinin politikası ve parti ileri gelenlerine yönelttiği eleştiriler yüzünden AP’den ihraç edildi. 

Sonraki yıllarda mücadelesine yine yayınladığı yazı ve kitaplarla devam etti. Son olarak Yeni İstanbul gazetesinde “Selam” başlığı altında günlük yazılar yazdı.

10 Kasım 1983 tarihinde İstanbul'da vefat etti.
ESERLERİ: 
Mabetsiz Şehir, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Bu Millet Neden Ağlar, Gülünç Hakikatlar, Ayasofya Davası, Türklüğün Perişan Hali, Mevlana ve Mehmet Akif, Kara Kitap, Radyo Konuşmaları, Müslüman Çocuğun Şiir Kitabı.

HAKKINDA YAZILANLAR

1.Toros Yüzlü Adam/Osman Yüksel Serdengeçti 
Rasih Yılmaz 
Timaş Yayınları 


"Osman Yüksel 1983'e kadar tarihimizi, medeniyetimizi, dinimizi imanımızı yazdı söyledi. Bu uğurda çekmediği çile görmediği cefa kalmadı. Nezaretler, hapishaneler onun içindi. "Allah" demenin yasak olduğu devirlerde yaşamak ne demekti? Bir zamanlar gözyaşı döktüğümüz bir şahsı unutmak... Bir kahramanı, bir fedaiyi unutmak... Bizi biz yapan bir insanı mazide bırakmak... Bu hal beni çok üzüyordu. Rasih Yılmaz, Serdengeçti hakkında uzun süren araştırmalar yapmış, onunla ilgili belgeler toplamış. Nihayet eser önüme gelince anladım ki bugüne kadar yazılanlardan çok daha başarılı. Osman Yüksel'i doğumundan almış; çocukluğu, tahsili ve nihayet 3 Mayıs 1944 hareketi... Kitap, yazılımayan tarihe ışık tutuyor. Devlet adamlarından; idealistlere kadar, rejimleri sistemleri anlatıyor. Müdellel bir eser. Yazardan çok belgeler konuşuyor. Köy Enstitüleri, Sosyalistler, Turancılar, hapishaneden Meclis'e... Bu eserdeki resimleri, mektupları, röportajları başkasında bulmak imkansız. Mehaz bir eser." -Hekimoğlu İsmail-

Osman Yüksel Serdengeçti ve Milliyetçilik

Serdengeçtiler kelimenin tam manasıyla milliyetçidirler. Milliyetçilik, bizim için bir vasıta değil, bir gayedir. Millet, vatan, mukaddesat gibi kimsenin itiraz edemeyeceği, hassas, muteber kelimelerin arkasına sığınıp oradan şahsi menfaatlerini müdafaa edenler, bir memleket kadar genişleyen ihtiraslarını yurtseverlik şeklinde gösterip, milliyetçiliği, bu ulvi gayeyi büyük servetlere, yüksek menfaatlere erişmek için vasıta olarak kullananlar vardır. Biz temiz niyetli, vatan duygulu, memleket düşünceli Türk Gençleri, bu türlü bir milliyetçilikten nefret ediyoruz! Bizim milliyetçiliğimiz hususi vagon, bol harcırah, yüksek makam milliyetçiliği değildir. Hakk’a tapan, halkı tutan, yalınkılıç bir milliyetçiliktir. Şu üzerlerinden büyük menfaatlerin ağır silindiri geçmiş, dümdüz olmuş, yol olmuş şahsiyetsizler, şu zamanın kıymet ve kuvvetlerini alkışlayanlar, her ne pahasına olursa olsun biraz daha, bir gün daha yaşamayı kendilere değişmez düstur edinenler bizden değildirler. Milli bayram olarak kabul olunan günlerde meydanlarda sözlerine “Çünkü biz…” ile başlayıp son nefeslerini “…etrafında sımsıkıyız”la verenler, görünüş, gösteriş, merasim milliyetçileri hakeza bizden değildir. Biz bu vatanı ve bu milleti hangi zihniyetin, hangi imanın kurtardığını biliyoruz. Onu milli ukalalardan öğrenecek değiliz. Yapılan bunca iğfallere, bunca menfi telkinlere, sapıtma ve saptırma gayretlerine sapmadık, sapıtmadık, ayaktayız; dipdiriyiz… Vatanı uçsuz bucaksız toprakları, hür gökleri, engin denizleriyle aşkla, heyecanla kucaklıyoruz. Altında yüz binlerce şehidin yattığı bu toprakları, üzerinde yaşayanların karınlarını doyurdukları, semirip yağlandıkları alelade bir toprağa, bir çiftliğe tercüme ettirmeyiz. Milletimize, vatanımıza ta derinden, asırlar ve nesiller arkasından gelen bir ruhla bağlıyız. Onu menfaatsiz, karşılıksız, mecnunlar gibi, karasevdalılar gibi seviyoruz. Henüz yeniyiz, genciz.
Alnımız hiçbir fesat ocağında kararmamış, elimiz hiçbir harama uzanmamış. Üzerimize menfaat balçığından bir zerre çamur sıçramamıştır. Ruhumuzu, kalbimizi bütün safiyet ve samimiyetimizle açıyoruz. Onunla ağlayıp onunla güleceğiz. Onunla yaşayıp onunla öleceğiz. Nereden, ne zaman, nasıl gelirse gelsin. Her türlü kötülükle amansız bir şekilde mücadele edeceğiz. Bu yolda yardan değil, serden bile geçmeye hazırız. Ölmek var, dönmek yok!! Allah’tan başka kimseden korkmuyoruz. Bizler münkir değiliz. Biz Tanrıdağı kadar Türk, Hıradağı (Cebeli Nur) kadar Müslüman?ız.
Bütün gayemiz küçük Asya insanının, o bilinmez, o görünmez, bir avuç toprak kadar mütevazı, fakat o kadar manalı ruhunu anlamak, “Bu topraklar için toprağa düşenlerin” çocuklarını bu topraklar üzerinde mes’ut ve bahtiyar görmektir.
İstanbul muhitinde yetişenler, suyun öte tarafından gelenler kadim Anadolu sekenesinin ruhunu bir türlü anlayamadılar, anlamadılar, onunla oynadılar. Onun yüzsuyu hürmetine şanlar, şerefler kazandılar. Fakat ondan, o sessiz varlıktan daima ayrı kaldılar. Kendi isteklerini milli istekler gibi gösterdiler. Milletle aralarındaki uçurumu siyaset icabı nutuklarla, sözle, edebiyatla doldurmaya çalıştılar. Köylü diliyle konuşmaya yeltendikleri, Türkçecilik yaptıkları halde ne millet onları anladı; ne onlar milleti… Çünkü bu adamlar milleti içten, gönülden aşkla sevmediler. Milli davalar diye ortaya atılan davalar milletle zerre kadar alakası olmayan kendi, şahsi davaları idi. Bu, milletin kadim müesseselerinin yıkılması, mukaddeslerinin ayaklar altında çiğnenmesi, namuslu adamlarının susturulmasına muvaffak oldu. Bu kıtaller, bu cinayetler, hep inkılâp diye diye yapıldı. Bugün meçhul şehidin kemikleri üzerinde yükselen soğuk beton binalar ve bu binalar içinde işlenen günahlar, zinalar Anadolu ruhunu derinden derine şiddetle sarsıyor. Varlığından, dayandığı, inandığı, ezeli ve ebedi kıymetlerinden, kuvvetlerinden uzaklaştırılan millet, şimdi şerha şerha yaralıdır; kaybettiği büyük imanını arıyor. Bizim en büyük gayemiz, milletimize imanını, haklarını iade etmek, mukaddeslerini gasıplarını elinden kurtarmaktır. Serdengeçti işte bu gaye ile çıkıyor.
Soyuna, köküne, vatanına bağlı Milliyetçi Türk Gençliği iş delalet ve ihanetlere olduğu kadar, dış tehlikelere karşı da manevi seferberliği tamdır. Herkes şunu bilsin ki dostlarımız kadar düşmanlarımızın da peşindeyiz. Biz, bir zamanlar üç kıta ve yedi denize hükmeden, güngörmüş bir ırkın gözü tok çocuklarıyız.
Aç gözlüler, Anadolu’da hak iddiasına kalkışan profesör bozuntuları eğilsinler tarihe bir daha baksınlar. Biz Malazgirt’ten bu yana topraklar için kaç nesli birden harcamışız.
Biz yalnız memleketler değil, beldeler, kıt’alar, iklimler terk ettik, çok geriledik, altık çekilmek yok!.. Elimizde kalan bu topraklar, son parçamız, son damlamızdır. Son nefer, son nefes ve son damla kanımıza kadar savaşacağız. Yeryüzünde müstakil tek Türk Milleti, tek Türk Devleti’yiz. “Mete”den Milli Mücadele’de can veren son şehide kadar büyük tarihin mesuliyetini omuzlarımızda taşıyoruz.
“İstiklalimize kastedecek düşmanlar dünyada görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler” ; “Düşman kavi, tali, zebun” olabilir; her şey olabilir. Olmayacak, olamayacak bir şey var! Türk Milleti esir olamaz, zebun olamaz! Ya istiklal, ya ölüm! Parolamız budur!
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «

Zekeriya Öz'den, Muhsin Yazıcıoğlu'nun Şehadeti iile ilgili şok iddialar!

Bolu Cumhuriyet savcısı Zekeriya Öz, resmi Twitter adresinden BBP'nin merhum lideri Muhsin Yazıcıoğlu'nun hayatını kaybettiği kazayla ilgili dikkat çeken bir mesaj paylaştı.

17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun ardından Bolu'ya sürgün edilen başsavcı vekili Zekeriya Öz, Büyük Birlik Partisi (BBP) eski Genel Başkanı merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun hayatını kaybettiği kelikopter kazasına ilişkin bir ileti paylaştı.

Zekeriya Öz'ün Twitter'daki resmi hesabından “gelen bir tweet” diye paylaştığı “Yazıcıoğlu'nu ortadan kaldıran İrancı bakan kimdi” başlıklı notta çarpıcı iddialar yer alıyor. Notta; Yazıcıoğlu'nun, o dönem AKP Hükümeti dönemindeki yolsuzlukların, diğer hükümetler dönemindeki yolsuzluklara rahmet okutacak hale geldiğini belirtiliyor. Ardından şu iddialara yer veriliyor: “Muhsin Yazıcıoğlu'nu AKP'ye katarak gelecekte herhangi alternatiflik bir kaygı taşımak istemeyen..... Efendisi, Muhsin Başkan'dan gelen ‘ret' cevabı sonrası adeta çıldırmıştı. (Sen kim oluyorsun?) ... Ve Muhsin Başkan'ın AKP-İran aleyhine edindiği kozmik bilgileri arşivlediği ve bir takım yerlere sızdırıldığı öngörüsü AKP'de sonun başlangıcı olabilirdi.”

Notta bunların ardından iki F-4 uçağının Yazıcıoğlu'nun helikopterin çok yakınından geçerek hava basıncı oluşturduğu ve helikopteri türbülansa sokarak düşürdüğü ileri sürülüyor. Olaydan sonra düşen helikopterin koordinat bilgilerinin Başbakanlığa ulaşmasına karşın, babası 35 yıl İran'da kalan ünlü bakanın bu bilgileri gizlediği, “...... Efendisi”nin de koordinatlara bir göz gezdirdikten sonra “Bırakın ölsün yav” dediği, bunun da söz konusu bakanı sevinçten çılgına çevirdiği iddia ediliyor ve şu ifadeler yer alıyor: “Keş Dağları üzerinden kendisine bildirilen rota üzerinden uçarak, bilmeden Muhsin Başkanı'nın helikopterinin düşmesini sağlayan o iki pilot, Suriye'de Esed rejiminin vurarak düşürdüğü 2 pilot mu?”

"GİZLİ BİR EL DEVREYE GİRİP SORUŞTURMALAR ENGELLENİYOR"

Türkiye'de hep bir şeyler ortaya çıkacakken gizli bir elin devreye girerek soruşturmaları kapattığını iddia eden savcı Öz, şöyle devam etti:

“Mezarı başında rahmetle andıkları Muhsin başkanın soruşturmasını kapatanların nasıl terfi ettirdiklerini utanmadan anlatsalar da millet bilse. Soruşturanlar sürülmüş. Kapatanlar füze hızıyla terfi ettirilmiş.Kör gözlere ne demeli. Rahmetli Başkan Muhsin Yazıcıoğlu'nun öldürülmesinde hem derin güçlerin hem de soruşturmayı kapatanları terfi ettirenlerin payı olması lazım. Yoksa Cumhurbaşkanının bile açıklama yaptığı somut delilleri kamuoyuyla paylaştığı bir olayın kapatılmasından kimler korunmuş olabilir. Bugüne kadar ki bilgilerden bu olayın temelinin Dolmabahçe görüşmesine, planlayanların da kozmik oda soruşturmasında yer aldığı yönünde bilgi var. Kozmik oda soruşturması Ergenekon'un kilitlendiği, soruşturmanın kapatılmasına yol açan bir soruşturmayken kim tarafından niçin kapatıldı? Kozmik oda soruşturması Bülent Arınç'a Suikast soruşturması olarak başlamışken soruşturma savcısına zarfta kurşun gönderilerek tehdit edilmişti. Türkiye'de hep bir şeyler ortaya çıkacakken gizli bir el devreye girip soruşturmaları kapatıyor. Ve ne hikmetse suçlular dışarı bırakılıyor. Türkiye'de hep bir şeyler ortaya çıkacakken gizli bir el devreye girip soruşturmalar engelleniyor. Ergenekon, Zirve, Kck, Yazıcıoğlu soruş. gibi”

ZAMAN
» Devamını Görmek İçin Tıklayınız «